Friday, October 5, 2007

Bugün Çekirdeğin Doğumgünü :)

Bugün canım Çekirdeğimin doğumgünü :)
6 bitti. Zamanın ne kadar çabuk geçtiğine inanamıyorum. Daha dün kucağımda uyuyan minik bir bebekti. Şimdi ise kocaman bir çocuk oldu. Gerçi Minik de çok hızlı büyüyor. Biz ona hala bebek diyoruz, ama o da 2 oldu bile :)

Dün bütün gün tepside gördüğünüz kurabiyelerle uğraştım :)
İnanılmaz zevkli ve aslında yorucu bir işti. Yoruculuğu, bunları mutfakta bonus olarak yanımda bulunan 2 yaşındaki bir veletten korumak zorunda kalmamdan kaynaklandı.
Zaten neredeyse yarısının da tadına biz baktık :)






Bu kurabiyeleri tek tek paketleyip, Çekirdeğe verdim bu sabah. Sınıfındaki arkadaşlarına birer tane versin diye. Zaten dün bunları görünce çok sevindi :)
Fakat asıl pastalı kutlamamızı yarın yapacağız.





İlk defa bu şekilde kurabiyeler yaptım. Aslında bunların üzerini renklendirmek istiyordum. Fakat son dakikada karar verdiğim için bu işe, buralarda gıda boyası bulamadım. O yüzden böyle beyaz kaldılar :)

Bu kurabiyelerin tarifini Pastacı'dan aldım. İnanılmaz güzel şeyler yapıyor. Yanda linki var zaten. Acaba ben de yapabilir miyim diye denedim, fena olmadı. Fakat biraz daha özen göstermeliyim. Benimkiler biraz aceleye geldi :)

Canım benim yaa :) Sen artık adam oldun ;)

Tuesday, October 2, 2007

Geldim :))


Nihayet kendime gereken motivasyonu sağlayıp, birşeyler yazma girişiminde bulunabildim :)
E bunda büyük oğluşun artık okula başlamasında, tekrar eski düzenimize girmemizin de etkisi var tabii.
Çok şükür bu yaz en çok abimize yaradı da, kardeşiyle artık güzel bir diyalog içersindeler. Geçen dönem ortaya çıkan problemler yok oldu. Demek ki gerçekten de geçiciymiş. Küçüğün büyümesinde ve abisiyle ortak birşeyler paylaşma isteği içersinde olmasının da etkisi büyük tabii.

Yaz nasıl geçti anlayamadım desem doğru olur. Gerçi hala yaz gibi :) Geçti mi geçmedi mi belli değil. Fakat en kısa zamanda şöyle bol bol yağmur yağsa hiç fena olmayacak.

Bütün yazı İstanbul dışında geçirdik. Yazlığımızda ailece kaldık. Ailece derken biraz daha açayım :) Kayınvalidem, kayınpederim, eltim, kayınbiraderim ve onların iki çocukları ve tabii biz. Beyler arada sırada uğradılar. Yani genelde İstanbulda'ydılar, mağlum iş. Biz bayanlar ve çocuklar gel keyfim gel şeklindeydik. Bu arada bizim yatak odalar evimizin çatı katında olduğu için, ben günde bilmem kaç kere yukarıya aşağıya in çık yaparken, eşimle daha sonra çıktığımız tatil için acayip forma girmiştim :) Gerçekten düzenli bir şekilde 3 kat merdivenlerde koşturduğunuz zaman, 10-15 gün içersinde çok güzel bacaklara sahip oluyorsunuz.

Bir ara çocukları bırakıp eşimle Clup Med Kemer'e gittik. Orası bizim vazgeçemediğimiz bir tatil yeri. Bir kere tamamen animasyon ve çocuk gürültüsünden arınmış durumda. Çünkü 18 yaşın altından küçükleri kabul etmiyorlar. Sonra yemeğe yetişme derdi yok. Akşam yemeklerini kastediyorum. Genelde çoğu tatil köylerinde kitle halinde aynı saatlerde yemeğe akın olayı oluyor. Fakat burada yemeğe geçmeden önce mutlaka havuz kenarındaki barda bir drink alıp, sohbet edip, ancak saat 21.00 gibi yemeğe geçiliyor. Çünkü buradaki herkes genç, bekar, yeni evli, sevgili ya da bizim gibi çocuksuz gelmiş durumdalar.
Dolayısıyla herkes rahat. Ve buranın bir başka özelliği de, gelenler genelde bizim gibi neredeyse her sene buraya uğrayanlar. Yani birbirini daha önceden tanıyanlar da var.
Bekar olan arkadaşlara siddetle bir arkadaş veya grupla berabar gitmelerini öneririm. Hele yemek sonrası tekrar barın etrafında toplanıp, tanışılıp, yıldızlar altında sohbet eden o kadar güzel gruplar oluşuyor ki. Ve kesinlikle rahatsız edici insanlar yok. Herkes belli bir seviyede, sadece arkadaşlık ve hoş vakit geçirme derdinde.
Bizim için de güzel oldu. Bütün kış çocuklara odaklı zaman geçirdikten sonra, böyle güzel bir ortamda tekrar baş başa kalabilmek iyi geldi. Ayrıca sadece ortam iyi değil. Koyu bir kere özel. Denizi harika. Kuzeye baktığı için güneş batana kadar sahilde kalabiliyorsunuz. Ve yemekleri de harika.

Burada bol bol dinlendikten sonra, bir 10 gün kadar sonra, yine çocukları bırakıp Londra'ya gittik.
Londra seyahatimizden bir sonraki postta bahsetmek istiyorum. Çoook güzel geçti.

Bu tatilden sonra ise geri kalan yazı yazlığımızda geçirdik.
Büyük çekirdek bu yaz kolluksuz yüzmeye başladı:) Artık çok güzel yüzüyor. Minikte her ne kadar bahçede bezden kurtulma operasyonuna başladıysam da, bir netice elde edemedik. Hala bezliyiz :))
Ama dert etmiyorum. Abisi iki buçuk yaşında bırakmıştı. 6 ay uğraşmıştım. Ama her çocuğun bunu hissettiği ve artık hazır olduğu bir dönem oluyor. Artık bu konuda tecrübe sahibi olduğumdan, minikte o kadar sıkmıyorum kendimi. Nasıl olsa onun da zamanı gelecek :)

Çekirdek artık 1. sınıfa başladı. Geçen sene gittiği okula devam ediyor. Okuldan çok memnunuz. Öğretmeni de çok cici bir bayan. Çocuklar çok sevdiler öğretmenlerini. Bu sefer daha erken kalkıyoruz. 06.30 gibi. Çünkü kahvaltısına özen gösteriyorum. Geçen dönem yaşadığımız yemek yememe problemini aştık çok şükür. Fakat çok yavaş yediği için bu saate kalkmak zorunda.
Bir de artık okul forması giymeye başladı. Çok şeker oluyor :)) Büyüdü de okullu oldu artık.

Çocuklar artık el yazısıyla yazmaya başlıyorlar. Ve harflerin okunuşu da değişmiş. Mesela "b" harfi şimdi "bı" diye okunuyormuş. O yüzden okul velilerin çok müdahele etmelerini istemiyor. Zaten çocuklar akşama kadar okuldalar. Bir de biz evde karışsak iyice bunalırlar. Ama çekirdek çok meraklı yazmaya. Elinde küçük bir defterle sürekli birilerinin peşinde. Şunu yazar mısın bunu yazar mısın diye sorup duruyor.
Ben ilkokulu İsviçre'de okumuştum. Ve orada biz de el yazısıyla başlayıp, harfleri tek tek öğrenmiştik. Şimdi aynı sistem Türkiye'de uygulanıyor. O yüzden bana pek yabancı değil. Ben de ona birşeyler yazarken, el yazısıyla yazıyorum. Öyle bir öğretmişler ki, hala unutmamışım :)) Bir de kendi zamanımdan bildiğim ve Avrupa'da uygulanan bir sistem polduğu için, içim rahat bu yüzden. Yani bu sistem iyi mi kötü mü endişesi yok bende. Gayet iyi :)

Bu arada dekorasyona merak sardım. Sürekli dekorasyon dergileri alıp inceliyorum. Evde sürekli bir düzenleme, dekore etme, süsleme durumundayım. Eşyaları değiştiremiyorum, fakat değişik objeler bulup yerlerini değiştiriyorum. Böyle bir krize girmiş durumundayım :) Bir de IKEA dergisi düşmüyor elimden. Almak istediğim o kadar çok şey var ki.

Bir de sürekli cheesecake yapıyorum. Buna da merak sardım. Değişik değişik, çikolatalı filan. Ne çok cheesecake çeşidi varmış. Fakat en çok sevdiğim cheesecake tarifine rastlayamadım henüz. Pelitin sapsarı, limonlu cheesecake var ya işte o. Bayılıyorum ben bu lezzete. Buna benzer bir tarifi olan varsa ne oluuur söylesin bana :)

Şimdilik bu kadar :))

Thursday, July 26, 2007

Selam :)

Herkes gibi ben de oyumu kullanmak için İstanbul'a döndüm. 3 gün daha buradayız. Sonra daha önce bahsettiğim kır düğününe katıldığımız gecenin sabahında Londra'ya, yeni bir tatile gidiyoruz.

Hepinizi tek tek okumak için fazla lafı uzatmıyorum. Aslında anlatacak birkaç hikaye de yok değil. Özellikle bir ara Club Med Kemer'de yaptığımız tatilden bahsetmek istiyorum. Oraya giden, bilen anlamıştır :))
Sonra bizim ufaklılkların yüzme maceraları, yazlığımıza gizlice girip, evin orta katına çıkıp doğum yapan kediden ve daha birsürü şeyden.
Ama çok fazla vaktim de yok. Çünkü tekrardan eşyaları hazırlama moduna geçmeliyim.

Minik iki gün sonra anneanneye taşınacak yine. Çekirdeğin de eşyalarını babaanneye götüreceğiz.
Bir de kaldırdığım uzun kollu, baharlık giysileri tekrar çıkarmam gerekiyor. Burası kaynıyor, fakat Londra biraz serinmiş.

Çok kısa oldu biliyorum. Fakat ya yazacağım, ya da okuyacağım. Sizleri okumayı tercih ediyorum :)
Londra dönüşü tekrar yazlığımıza geçeceğiz. Çekirdeğin okulu açılınca döneceğiz. Bu arada dün Çekirdeğin kaydını yeniledim hazır buradayken. Bu sene oğlum forma giymeye başlayacak. Küçük adamım resmen büyüdü. Bu da bende ayrı bir heyecan yaratıyor :)

Herhalde Eylüle kadar benden yine pek bir ses çıkmaz. Hepinizi öpüyorum, hoşçakalın :))

Monday, June 11, 2007

Geveze Ayçiçek :)


Büyük oğuluş henüz bebekken, çok arzu ediyordum hemen konuşmasını. Bu günlerin keyfini çıkar, konuşmaya başlayınca hiç susmayacak diyenlere kibarca tebessüm edip, içimden 'konuşsun, konuşsun' diyordum.
Haklıymışlar, bir başladıklarında gerçekten de susmuyorlar :)

Gerçi Çekirdek ne erken, ne de geç konuştu. 2,5 filandı.
Minik de tek tük kelimeler söylüyor. "Anne, baba, abü (abi), dadi (dayı), mama, dede, babae (babaanne), bibi (bebek), bua (su), bü (süt), daa (abinin adı), wowo (herhangi bir hayvan), lala (salatalık, domates)..."

Bunlar anlayabildiklerimiz. Bunların yanında bir de bir sürü anlamsız kelimeleri sıralayıp cümleler kuruyor. Abisi ile çene yarışı içersinde şimdiden. Abi zaten non-stop konuşuyor. Bir de Minik eklenirse, hiiç düşünemiyorum :))

***

Çekirdeğin yılsonu gösterisi için kırmızı T-shirt aradım günlerce. Çoğu okul gösterilerde kırmızı polo yaka T-shirt kullanmış. Veliler birbirimizi aradık, sen nereden buldun diye. Hatta annemle kayınvalidemi de görevlendirdim :) bulursanız alın diye. Ve gerçekten de ben bulamadım onlar buldu. Şimdi iki kırmızı polo yaka T-shirt'ümüz var.
Sezon başında Zara Kids'te gözüme çarpmıştı polo yakalı T-shirtler. Kırmızının olduğunu da hatırlayarak zaten ilk oraya bakmıştım. Fakat ben gittiğimde hiç bir kırmızı T. yoktu. Çalışan kızın söylediğine göre, bir okul arayıp, bütün Zara'daki 6 yaş kırmızı T-shirtleri ayırtıp almış :S


Velilerle, çocukların sınıf öğretmenlerine şık bir yılsonu hediyesi almayı düşünmüştük önceden. Ben de sınıf temsilcisi olduğum için, herkesi haberdar edip, para topladım. İki anne ile beraber (ki ikiside iyi anlaştığım veliler), birkaç gümüşcü gezip, şık bir şekerlik beğendik. Altına da çocukları hatırlatacak birşeyler yazdırdık.
Gösteri gününde, gösteriden sonra, biraraya toplanıp, hediyemizi vermek istedik. Öğretmen çok teşekkür ederek kabul edemeyeceğini söyledi. Aslında bunun olacağını biliyorduk. Çünkü okul kesinlikle hediyelerin kabul edilmediğini taa sene başında söylemişti. Hatta bir toplantıda müdür sırf bu yüzden bir öğretmeni işten çıkardıklarını söylemişti.
Biz de zaten sınıfta, kimsenin görmeyeceği şekilde vermek istemiştik. Bir de yıl sonu diye kabul edilir dedik. Fakat yanılmışız. Çok ısrarımız üzerine öğretmenimiz eğer çocukların isimlerini altına yadırırsanız ancak kabul ederim dedi.
Bu görev de tabii bana düştü. Tekrar gümüşcüye gidip, adama 20 isimlik bir liste verdim. Yarın öbür gün gidip hediyemizi öğretmenimize vereceğim.

***

Çekirdekle gün sayıyoruz. Tatil olacağı için çok mutlu oğlum :)
Planlar yapıp duruyoruz.
Kayınvalidem ve k.pederim bir haftadır Bodrum'dalar. Bir hafta daha kalacaklar. Bizim aklımız onlarda, onların da aklı çocuklarda. Yabancı çocukları gördükçe, bizimkileri hatırlayıp, tatilin içlerine sinmediklerini söylüyorlar.
Neyse ki az kaldı. Döndüklerinde zaten hepberaber yazlığımıza gideceğiz.

***

Saçlarım yine çok uzadı. Fakat artık bu uzunluktan sıkıldım. Eşime biraz kestireceğim diyorum, o da bana kestirme koyult diyor. Bu günlerde biraz fazla ısrar ediyor koyult diye. Ama ben sarıdan vazgeçmek istemiyoruuum. Gerçi şimdi koyu, doğal saç modası var. Fakat en azından yaz sonuna kadar sarıya devam diyorum. Bir de kestireceğim herhalde. Ama en son kararımı vermedim henüz :)

Ben kendi saçım uzun derken, bugün bir alışveriş merkezinin otoparkında ünlü bir gazinonun sahibinin genç eşiyle yan yana park ettik. Ben miniği, o da bebeğini pusete koymakla meşgulken, kendimi onun saçlarından alamadım. Resmen belinin altındaydı saçları. Ben genelde çocuklarla beraberken, saçımı yukarıya doğuru kıvırıp, tokayla tuttururum. Bu bayan o upuzun saçlarını dümdüz açıvermişti. Çocukla uğraşırken nasıl rahat etti bu sıcakta anlayamadım.

***

Saç demişken, miniğin saçlarını artık ben kesiyorum :)) Oğlumun bukleleri çok tatlı. Fakat ne zaman berbere götürsem, tarif etmeme rağmen istediğim gibi kesmiyorlar.
Çekirdeğin durumu rahat. Babasıyla gidip, aynı şekilde traş oluyorlar :) Zaten Çekirdeğe kısa saç çok yakışıyor. Fakat Minik'te uzun saç daha hoş duruyor. Hele kulağının arkasından o bukleler kıvrılmıyor mu, bayılıyorum. Ben de artık önlerinden, üstlerden ve yanlardan kendim kısaltıyorum. Maksat o hoş görüntüyü korumak.

***

Bu günlerde yazmak zor geliyor bana. Zaten uzun zamandır ara da vermişim. Havanın artık güzel olmasıyla da zaten çoğu zaman dışardayım. Akşamları da yorgunluktan, dizi izlemekten, çocukların banyosunu yaptırıp yatırmaktan pek fırsatım olmuyor yazmaya.
Yeni bir kitaba başlamıştım. Fakat onu bile zor okuyabiliyorum.

Daha önce bahsetmiştim ya, Ağustos ayında, yurtdışında gideceğimiz özel bir konser var diye. Özelliği, eşimin çok hayran olduğu bir şarkıcı olmasından kaynaklanıyor :)
Eşim de kendimizi konser havasına sokalım diye, şimdiden son konserini izliyor, izlettiriyor :)
Ben de birden müziğin etkisiyle cin gibi olmuş olmanın rahatlığıyla bu postu yazıyorum :)

***

Farkettiniz, bütün post boyunca oradan buradan bahsettim. Yani ortaya doğru düzgün bir yazı çıkamadı biliyorum.
Herhalde bu posttan sonra da ara biraz uzayacak.

Çekirdek tatile girecek, yazlığa gidecek eşyalar toparlanacak. Yazlığa gidilecek. Temmuzun ilk haftası Miniğin eşyaları anneannesine götürülecek. Minik anneannelerde kalacak. Çekirdek aynen babaannesiyle kalmaya devam edecek. Eşimle beraber evimize dönüp, gezi hazırlığı yapacağız. Bu yaz başbaşa tatil yapacağız güneyde. Döndükten sonra da yurtdışına çıkacağız.
Evimizi kapatmadan önce burada da yapmak istediğim bazı işler var. Onlarla da ilgilenmeliyim...

***

Bugün yine bir ayakkabıya aşık oldum. Bilirsiniz kadınlarla ayakkabılar arasındaki gizemli çekim olayı.
Simsiyah rugandan, yüksek topuklu, bilekten ince bantlı şık bir sandalet. İlk görüşte aşk :) Fakat biraz uçmuşlar fiyatta. Annem de engelledi, bu parayla iki üç tane alırsın dedi. Kalbim kırık bir şekilde ayrıldım ayakkabıdan :(

Saçmalamaya başladım yine :))
En iyisi mi burada noktayı koymak.

Galiba şimdiye kadar hiç dip not yazmamıştım. Bir ilk olsun bari :)

Dip Not (:P) : RENKLER'ciğimin yazdığı romana bayıldım. Anlatımı beni sardı. Merakla ne olacağını bekliyorum. Yani sürükleyici :) Ama beklemek çok zor oluyor..

Hoşça kalın..

Tuesday, May 22, 2007

Merhaba :D




Kuğu'cğm. Bu resmi senin için çektim :))


Günlerdir uzak kaldım buradan, özledim herkesi. Birçok yeni yazı birikmiştir. Fakat dolaşmaya başlamadan önce, ben de yazımı yazayım dedim :) Yoksa yine kalacak..

Geçtiğimiz günlerde birkaç doğumgünü kutlamalarımız oldu. Bunların ilki dedemizindi (kayınpederimin:)). Babamızı en sevdiği restorana, Mabeyin'e götürdük. Eşim, kayınbiraderim ve eltimle böyle bir süpriz yapalım dedik.

Sonra ise Çekirdeğin bir sınıf arkadaşının doğumgünüydü. Davetiyesinde özellikle babaların ve kardeşlerin de davetli olduğu bir brunch olacağı yazıyordu. Annelerin de davetli olduğu yazıyordu tabii. Ama genelde anneler götürdükleri için cocuklarını, onları özellikle belirtmedim :))

Babalar kelimesinden etkilenen ben, eşimi katılması için ikna ettim. Aslında bu tip eğlencelerden pek hoşlanmaz. Hatta dışarda kutlanan doğumgünlerini de pek sevmez. Ona göre en güzeli, çok sevdiğin birkaç kişiyle evde kutlananılıdır.

Fakat ikna gücü kuvvetli olan bendenize uyarak beraber gitmeyi kabul etti. Hep beraber, minik hariç, çünkü henüz iyileştiği için onu evde bırakmayı daha uygun gördük, partiye katılmak üzere yola çıkmıştık.

Oraya vardığımızda, doğumgünü sahibi anne eşimi kutlayarak "partiye katılan tek baba sizsiniz" dedi :)) Neyse ki doğumgünü sahibi baba da vardı da, durumu biraz kurtardık :P

Ondan sonraki doğumgünü kutlamamız ise kayınbiraderimin kızınındı. Hepberaber hazırlandık, özendik.
Bu arada ben ona doğumgünü hediyesi bakarken, kendimi kaybettim. Kendisi biraz kokoş bir kız olduğundan :) daha çok süslü püslü giysilere baktım. İnanılmaz güzellikte şeyler var. Yani bir kızım olsaydı, herhalde benim oğlanlara harcadığımın iki üç katını filan harcardım :)

Bugüne kadar hep evde kutlanan doğumgünü, bu sefer dışarda kutlandı. Gittiği yuvanın bahçesi ile bir salonu bu gün için organize edildi.
Bu sefer akıllanan eşim, durumu önceden öğrenmeye çalıştı. Sadece annelerin ve çocukların olacağını öğreni. Fakat kendisi "amca" olarak tabii ki davet edildi. Hatta kardeşi de orada olacaktı. Fakat yine de "merci, almayayım" şeklinde evde kalmayı tercih etti :))

Bu sefer Miniği de götürdüm tabii. Ne de olsa kuzinesinin doğumgünüydü. İlk defa böyle bir kutlamaya katılıp, bir sürü çocuk görünce, önce şaşırdı. Sonra ise çok eğlendi. Çocuklar için kurulan masanın baş kısmında oturup, ablasının yedirdiği pastayı bile iştahla en önce o bitirdi :) Oyunlar oynadılar, dans ettiler çok, ama çok eğlendiler.

Dönüşümüz muhteşem oldu. Bağıdat trafiği ve yağmur derken saat 19.00 gibi eve dönebildik ancak.

Ben, genelde oturmuş olmama rağmen, kendimi inanılmaz yorgun hissettim. Gürültünün vermiş olduğu birşey herhalde.
Kolumu kaldıracak halim yoktu. Evde çocukları doyurup, erken yatırdım.
Biz gittikten sonra, sessiz bir evde bol bol dinlenen :) eşimi de gece erken yatmaya zorladım. Çünkü ertesi gün Polonezköy gezimiz vardı.



Evet, pazar gününü Polonezköy'de geçirdik. Çekirdeğin sınıfından arkadaşları, anne- babaları ve kardeşleriyle beraber kalabalık bir gruptuk.

Resimler de bu gittiğimiz yeri gösteriyor. Bol bol yeşillik, temiz hava, hayvanlar, orman ve minik bir göl ile resmen bir cennetti.

Günümüz apartman ve şehir çocukları için inanılmaz güzel bir yer. Doya doya koştular, top oynadılar, uçurtma uçurdular ve resimde görülen beyaz midilliye bindiler. Biz büyükler bile top oynadık :))

İşte gittiğimiz yerden birkaç görüntü daha..




Thursday, May 10, 2007

Güzel günler

Oğluş iyileşti çok şükür :)

Büyük çekirdeğin de sorunları kalmadı.

Kısaca kendisini şimdiye kadar mutsuz eden problemden bahsetmek istiyorum.
Biz herşeyi "aşırı" kardeş kıskançlığına yorarken, ortaya bambaşka bir portre çıktı.

Eşimin çekirdeğe olan tutumu, kardeşi olmadan önceki davranışlarıyla aynı. Hiç değişmedi bugüne kadar.

Fakat benim ona olan davranışlarım miniğin doğumuyla değişmişti.

Daha önceleri kuralları bozdurmayan, uyarılara uymadığında cezalandıran (odasına göndererek), her isteğini yerine getirmeyen ben, miniğin doğumuyla, ona karşı çok değişmişim.

Cezalar, kurallar kaltı, her isteği yerine getirildi. Yeterki kardeşini kıskanmasın diye, ona aşırı iyi davranıyormuşum.
Bu davranış değişikliğini çekirdek farklı yorumlamış.
Yani kendisine eskisi gibi kızılmadığı için, kendisini önemsiz hissetmiş, güveni zedelenmiş.
Kardeşine olan kızmalarım, uyarılarım onda benim kardeşini daha da önemsediğim izlenimi yaratmış ve onda "artık bana kızmıyor, beni önemsemiyor" düşüncesine yol açımış.

Yani hıncı kardeşine değil, banaymış. Bu yüzden de bana "kötü anne" diyormuş :((

Babasıyla arası çok iyi, çünkü ona herzamanki gibi davranıyor. Fakat ben kendimce ona aşırı sevgi göstererek yanlış yapmışım.

Bunu öğrendim ya, rahatladım. Şimdi yine eskisi gibi gerektiğinde ona kızıyorum. Hatta onaylamadığım şeyleri yapmasına kesinlikle izin vermiyorum ve eskisi gibi kesin tavrımı gösteriyorum.

O da yine eskisi gibi mutlu oldu.
Kardeşiyle eşit muammele gördüğü için, onunla artık oynuyor, ona iyi davranıyor. Ve en önemlisi, artık yemek yiyiyor ve karın ağırısı çekmiyor.

İyi ki bunu öğrenmişim. Çünkü her geçen gün ona mutsuzluğu yüzünden daha hassas davranıyordum. Fakat daha da yanlış yapıyormuşum istemeden.

Şunu anladım ki, hiçbir problemi göz ardı etmemek lazım. Uzman birinden yardım istemek, bizim görmediğimiz şeyleri görmemizi sağlıyor.



***


Artık üzerimizdeki kara bulutlar dağılmaya başladı :)

Dün çok hoş bir süpriz keşfettik. Tatil için gideceğimiz şehir aylar öncesinden belliydi ya, biz de internetten habire bakıyorduk, konser için kimler gelir o günlerde diye. Fakat o kadar uzun süre önceden belli olmuyordu.

Artık konsere gelenler ve konser tarihleri belli. Hatta bilet satışları bile başlamış. Şimdi burada isim veremeyeceğim (belki eşim istemez, bilmiyorum), ama şunu söyleyeyim, 20 yıldır hayranı olduğu bir şarkıcı, bizim kaldığımız yere ve aynı tarihlerde konser vermeye geliyor. Ki bu ünlü şahıs hiç Türkiye'ye gelmemiş biri. Eşim daha önceleri yurt dışına gittiğinde, hatta Amerika'da kaldığı dönemlerde hep konserlerini kollamış, fakat bir türlü kısmet olmamış.

Şimdi ise çok mutlu ve bugün bilet almayı düşünüyor.


***


Minik hastalığı nedeniyle saatlerce uyuduğu için, ben de bu arada biraz iş yaptım.

Ufak bir odamız var. Anlamsız bir şekilde küçücük bir oda olduğu için, orayı ayakkabı ve giysi (paltolar, montlar, takım elbiseler gibi) odası olarak kullanıyoruz.

Ayakkabılar bölümüne bir el atayım dedim. Ve bir daha giyilmeyecekleri vermek üzere ayırdım. Kışlıkları temizleyip kaldırdım, yazlıkları ön tarafa çıkardım.
Çekirdeğin küçük yazlık ayakkabılarına baktım, fakat miniğe göre birşey bulamadım. Ya fazla küçükler ya da fazla büyük.

Demek ki miniğe ayakkabı, sandalet alınacak.

İşin en zevkli kısmı ise, 2 yıl önce ortadan kaldırdığım yüksek topuklu ayakkabılarımı, terliklerimi ortaya çıkarmaktı :)

Henüz çoluk çocuğa karışmadan önce, mutlaka topuklu giyerdim. Bayılırdım ( gerçi hala bayılıyorum) yüksek topuğa.

Fakat ilk çocukla beraber topuklar alçaldı. Fakat çekirdeğin pusette geçirdiği dönemde yine bir ara giyiyordum. Sonra oğluş ayaklanmaya başlayınca, ben de peşinden koşar duruma gelince, babetlerle tanıştım :) Yoksa daha önceleri giymiyordum.

Büyük çekirdek büyüyünce, benim topuklar da yükselmeye başladı yine.
Ama bu sefer de miniğin gelişiyle, yine alçaldı.

Geçen yaz, dolgu topuklarla idare ettim :) Fakat bu yaz çocuksuz yapacağımız tatillerimizde ne kadar topuklu ayakkabım varsa, sonuna kadar kullanacağım.
Baktıkça, ne kadar özlediğimi anlamışım. Şöyle uçuşan eteğin altında zarif topuklu sandalet filan giymeyi..

Bir tanesinin resmini çektim.



Bir ara çok modaydı şeffaf terlikler. Ben de hem beyazından hem de siyahından almıştım. Şimdi modası kalmadı.
Fakat ben yinede giyeceğim bunları da :))

Monday, May 7, 2007

Çok şükür evdeyiz artık

Herşey düzeldi derken, geçtiğimiz perşembe akşamı ikisi de ateşlendi. Cuma sabahı hemen doktora gittik. İkisinin de kulakları ve boğazları kızarmıştı. Antibiyotiğe başladık.

Cumartesi günü minik tuhaflaştı. Büyük çekirdek düzelmiş, iyidi. Fakat ufaklık durup durup ağlıyor ve bağırıyordu. Sonra ateşi bir türlü düşmedi. Soyduk, kompresler yaptık, düzenli bir şekilde ağırı kesici ve ateş düşürücü verdik, fakat yine de hep yüksekti.

Başında nöbet tutmama rağmen, cumartesi gecesi saat 2 ile 5 arası (pazar sabahı mı demeliyim artık), sızmışım. Sonra birden fırladım ve ateşini ölçtüm. 40,5 çıkmıştı. Çocuk zaten baygın bir şekilde yatıyor, yüzü gözü şişmişti.

Hemen eşimle ateşini düşürmeye çalıştık yine. Bir taraftan da kendi kendime kızıyorum, nasıl sızmışım diye. Ya çocuk havale geçirdiyse.

Sonra zaten sabaha kadar susmadı, 3 saat ağladı, bağırdı, bütün apartmanı ayağa kaldırdı.

Sabah abiyi (abi kulağının dibinde top atılsa uyanmaz, kardeşi ise en ufak bir nefes sesinde gözünü açıp bakar kim geldi diye), zar zor uyandırıp giyindik ve hemen hastaneye gittik.

Ateşi düşürüldü, kan alındı, boğaz kültürü ve gaita tahlili yapıldı.
Bu arada serum da takıldı. Fakat hiç hoşuna gitmedi bu olay. O baygın haliyle çıkartmaya çalıştı sürekli. O yüzden eli alçıya alınmış gibi sarıldı.

Kanında yüksek derecede enfeksiyon çıktı. Antibiyotiği değişti, iğne olmaya başladı.
Bir de burnu o kadar dolu ki, koca bir adam gibi horluyor şimdi. Ve zor nefes aldığı için, zaten zayıf olan ve iyice çelimsezleşen vücudu, göğüsü, uyurken garip garip inip çıkıyordu.

Dün onu bu şekilde gören dedeleri, anneannesi ve babaannesi ağlamaya başladılar. Babaanne doktor olduğu için, daha kötü görüntülere şahit oluyor ve normalde soğukkanlıdır. Fakat o bile bitti, miniğin o halini görünce. Kendi çocuğun böyle yatsa, bu kadar etkilemezsin, ama torun olunca başka oluyor dedi.

Abi ve baba akşam eve döndüler. Babaanne, ben ve minik hastanede kaldık. Ancak bu sabah taburcu ettiler bizi. Şimdi kendisi uyuyor ve daha iyi. En azından ateşi çımadı geceden beri.

Evde olmak çok güzel. Sağlıklı olmak herşeyden daha güzel. Var üzerimizde bir uğursuzluk. Peş peşe geliyor hastalıklar. Bir türlü düzelemedik :(
Bu son olur inşallah.

Büyük çekirdeğin durumu iyi. Pedagogla da görüştük. Büyütülecek bir şey yok. Onun bu halde olmasının sebebi de çok basitmiş. Onu da artık sonra anlatırım.


Bu arada evi karıncalar basmış. Etrafımdakilerden de duyuyorum, çoğu kişinin evinde varmış. Geçen sene mutfağa dadanmışlardı, şimdi ise banyolarda geziniyorlar.

Şimdi biraz ortalığı toparlayıp, dinleneceğim. Göz kapaklarım kapanıyor resmen. Benden bir iki gün ses çıkmazsa anlayın ki çoluk çocukla uğraşıyorumdur. Kısa sürede iyi olsunlar da, başka birşey dilemiyorum.

Hepinizi öptüm ve iyi haftalar dilerim..

Monday, April 30, 2007

Güzel şeyler düşünelim artık



Çok şükür hepimiz iyiyiz artık. Doktorumuzun Büyük çekirdeğe verdiği ilaçlar da iyi geldi. İştahı bayağı açıldı. Bir haftada zor yediğini şu iki günde yedi. Sürekli birşeyler istedi canı. Kendimi güzel bir rüyada zannettim :)
Beslenmesi düzene girince, eski sinirli mutsuz hali de kalmadı. Hatta ilk defa dün kardeşine sarıldı ve onu öptü :)))
Gözlerimize inanamadık :)

Yine de uzman bir kişiyle görüşeceğiz bu hafta. Yarına randevum var. Önce okuluna gidip, öğretmeniyle konuşacağım, sonra ise pedagoga gideceğim. Ama içimdeki his herşeyin düzeleceğini ve ortada büyük bir sorun kalmayacağını söylüyor. İnşallah.



İki hafta önce, eşimle vesikalık resim çektirmeye gitmiştik. Bahsedecektim, ama araya hastalıklar, üzüntüler girince kaldı tabii.

Baştan başlayayım. Bahsettim mi bilmiyorum, ama tatil söz konusu olduğunda, bayağı planlı programlı hareket ederiz.
Şöyle ki, tatil için aylar öncesinden plan yaparız. Tabii o sırada bir arkadaş arayıp 'hadi buraya gidelim' demezse.

Mesela bu yaz yurtdışında gideceğimiz yere eşimle geçen yaz karar verdik. Aralık ayında da yerimizi ayırttık. Hatta eşim uçak biletlerini bile almak istemişti de, vizeyi o kadar erken vermedikleri için, biletler kalmıştı. Son iki aydır ise eşim her hafta uçak biletlerini alacağımız yeri arayıp rezarvasyon yaptırıyor. Bunu niye yapıyor, çünkü gideceğimiz yerin tarihi belli, fakat yaz olacağı için uçakta o tarihe bilet bulamazsak kötü olur. Vize olmayınca da, bileti alamadık. Çok önceden de uçak için rezarvasyon yapılmıyormuş. Sadece bir hafta kala yapılıyormuş. Bu yüzden de oradaki görevli eşime her hafta arayıp rezarvasyon yaptırırsa, gideceğimiz tarihte bilet bulabileceğimizi söyledi. Daha doğrusu vizemiz çıkınca.

Biz de geçen haftalarda vize için başvurduk. Fakat elimizdeki resimleri kabul etmediler. Arka fon mutlaka beyaz olmalıymış. Biz de bu yüzden resim çektirdik.

Vesikalık çektirmeyi eskiden hiç sevmezdim. Çünkü çıkan resim sonradan kötü bir süpriz olabiliyordu.

Fakat son zamanlarda dijital olduğu için, birkaç poz çekiliyor. Sonra bilgisayardan bakıp, beğendiğinizi seçebiliyorsunuz.

Ben eşime saçlarımı öne mi alayım, geriye mi atayım derken, fotoğrafçı saçınızı geriye alın, hatta kulaklarınız da gözüksün dedi!

Neyse ki ciddi pozlar arasından birer tane beğenidik ki, adam bir kart çıkartıp, hangi ülkeye gideceğimizi sordu. Sonra baktık ki, birkaç ülke (aralarında bizim gideceğimiz de var), kendi vizesi için farklı ebatlar koymuş.
Sonuçta alt tarafı vesikalık. Fakat Amerika için kenarlar bilmem kaç olacak, İngiltere, Kanada, Fransa bilmem kaç.
Yani saçmalamışlar. Fakat kurallara uyuduk tabii.

Geçen hafta da vizemizi verdiler. Yani uçak biletimiz de garanti oldu.

Bu iş tamam olduktan sonra da, yurtiçi tatilimizi planladık. Güneyde bir yer. Neresi olsun derken, yine favori olan yerimizi seçip onu da onaylattırdık.

Yani şimdiden tatil yerimiz ve tarihler belli. Bu tarihlerde büyük çekirdek babaannenin yazlığında, minik de anneannenin yazlığında kalacak.

Dün de eşim bana uçak saatlerini bir yere not ettirdi.

Yani bu kadar deli miyiz neyiz? Ama tatil söz konusu olduğunda, aylar öncesinden plan program yapıyoruz.

Sonra da tabii o tarihler arasında bir aksiliğin çıkmamasını umuyoruz.

Bir keresinde yine çok önceden bir kapadokya gezisi planlayıp, ayırtmıştık.

Sonra geziye birkaç hafta kala kayağa gitmiştik. Eşim o gezide ayağını kırmıştı. Tabii bu durumda Kapadokya gezisini iptal etmek zorunda kalmıştık. Önce paramızı iade etmek istememişlerdi. Fakat söz konusu kırılan bir ayak olunca, insaflı davranıp iade etmişlerdi.

Ama bu bize ders olmadı:) Biz yine de çok çok önceden herşeyi organize ediyoruz.

Şu geçirdiğimiz sıkıntılı günlerden sonra biraz tatil hayali kurmak, tatili düşünmek bile iyi geldi :)

Acaba bizim gibi şimdiden yaza plan program yapan var mı? :)))

Thursday, April 26, 2007

"Uyduruk mikrop" kapmışız

23 Nisan pazartesi günü, büyük çekirdeğimin okulda gösterisi vardı. Onda hiç heyecan belirtisi olmamasına rağmen, ben çok heyecanlıydım.

Günler öncesinden ağızından laf almaya çalışıyordum zaten, gösteriniz nasıl, kostümünüz nasıl diye.
Ama ağızından hiç laf alamamıştım. Kesinlikle bahsetmiyordu. Sadece bir kere "mavi pantalon" çıkmıştı ağızından, o kadar.

Bir de en önde olduğunu biliyordum sadece. Daha önce bahsetmiştim, oğlumun bale dersiyle ilgili sorunu olduğunu. Öğretmeniyle o sorunu çözdükten sonra, çocukları 23 Nisan gösterisine hazırlayan öğretmeni onu en ön sıraya almıştı.



Gösteriden önceki cumartesi günü, dışarıya çıkmıştık.
Eşim arabayı yıkatmaya götürürken, bizi de bir alışveriş merkezine bırakmıştı. Büyük çekirdeğin istediği boyalardan aldık ve biraz dolandık. Minik de yanımızdaydı. Sonra eşim gelip bizi aldı. Herşey çok güzeldi. Oğlum istediği boyalara kavuşunca çok mutlu olmuştu.

Sonra yemek yemeye gittik. Yemekte de problem yoktu. Biraz dolaştıktan sonra eve döndük. Oğlanları babalarıyla bırakıp, biraz uzanmıştım. Sonra kalkınca, büyük çekirdeğin suratından birşeylere bozulduğunu anladım. Tabii herzamanki gibi birşey söylemedi. Çocuklara akşam yemeklerini ısıtırken, başladı oğlum karnım ağırıyor diye.
Yemek yememek için zaten sürekli söylediği şey "karnım ağırıyor".
Herzamanki gibi aldırmadan yemeğini yemesi için uğraştım ve yedirdim.

Sonra bir ara sebebini hatırlayamadığım birşey için biraz dalaştıktan sonra yatıp uyumuştu.
Ama hep aynı şeyi tekrar ederek; "karnım ağırıyor".

Daha önceki yorumlar bölümünde de bahsetmiştim, bunun hep psikolojik olduğunu. Hatta kendi kendini kusturduğunu. Yine numara yaptığını anlamıştım. Gece de zaten uykusundan kalkıp, başladı kendini zorlamaya. Bana yemek yedirdin, bak kusuyorum diye zorladı kendini yine.
Pazartesiye kadar da yine birşey yemeyerek geçti.



Gösteri günü biraz heyecanım da bu durumdan dolayıydı. Acaba kendisini strese sokar mı diye. Fakat okula gidince, onun gayet iyi ve neşeli olduğunu gördüm. Gösteri salonu çok kalabalıktı. Beni görmeme ihtimali çok yüksekti. Sahneye çıktığında da yüzümün önünde kameram duruyordu. Fakat zoomlayınca, onun kocaman gözlerle beni aradığını gördüm.

Gösteri çok güzel geçti. Mavi beyaz kostümleri ve siyah şapkaları vardı. Kızlı erkekli çiftler oluşturup, güzel bir dans gösterisi sundular.
Oğlum da gerçekten en öndeydi.
Onu bu şekilde sahnede izlemek çok duygulandırdı beni.
Daha önce gittiği yuvada gösteri günleri hep özel günlere denk geldiği için ve o zamanlar da minik henüz aramızda olmadığı için, genellikle şehir dışında olduğumuzdan, hiç bir gösteriye katılamamıştı.
O yüzden onu ilk defa gösteri yaparken görünce, çok duygulandım, gurur duydum.

Etkinlik bitince de, onu anneanesi ve dedesiyle beraber MC Donald's a ve parka götürdük. Çok eğlenmişti. O mutlu oldukça ben daha da mutlu olmuştum.

Akşam ise, yemeğe oturmadan önce, yine karın ağırısı tuttu, birşey yemek istemedi. Ertesi gün de zaten resmi tatildi, birşeye zorlamadım, acıkınca yer dedim.

Ertesi gün, yani salı günü, çocukları alıp anneme gittik. Orada biraz ısrarla bir dilim pizza yedi ancak. Sonra dayısının bilgisayarında oyun onadı, keyfi yerindeydi. Miniğin de keyfi yerindeydi.

Akşam eve döndükten sonra, yarın okula gidip gitmeyeceğini sordu. Ben de tatil bitti, yarın okul var dedim.
Evde vakit geçirmekten keyif aldığı için, gitmek istemedi. Sonra başladı yine karın ağırısı. Kayınvalidemle telefonda konuştuk, durumu anlattım. Gelip bir baktı. Doktor olan kayınvalidem, karnında bağırsak hareketlerinin fazla olduğunu söyledi. Zaten karnına dokununca acıdığını söylüyordu oğlum. Sabah kaka tahlili yaptırın dedi.

Ben yine birşeyin çıkmayacağına emindim. Fakat sabah olunca, hastaneye gideriz dedim.
Gece, hepimiz uyurken, saat tam 03.00'tü. İkisi birden uyandı. Büyük çekirdek ishal olmuştu, minik de kusuyordu. Tam aynı dakikada. Büyük çekirdeğin üstünü değiştırıp tekrar yatırdık. Sonra eşimle kusmuk içinde olan miniği banyoya sokup, yıkadık.

Sabah da, dün yani, apar topar hastaneye gittik. Neyse ki çok önemli bir mikrop değilmiş. Beta ya da rota mikrobundan korkmuştum, ama ikisi de değildi.
Büyük çekirdek için doktorumuz psikolog önerdi. Şu an gerçekten ishaldi ve ilaç yazdı. Fakat tarif ettiğim kusmaları kendi yapıyor dedi.

İlaçlarımızı alıp eve döndük. Kayınvalidem de bizimle gelmişti. Gece 3'ten beri uyumadığım için, öğle yemeğinden sonra minikle yattık. Büyük çekirdek de babaannesiyle oturdu. Minik tam beş saat uyudu. Ben ise yattıktan iki saat sonra şiddetli bir karın ağırısıyla uyandım. Bütün gün kıvranıp durdum. Ancak geceye doğru biraz rahatladım.

Şimdi daha iyiyim ve en azından ayağa kalkabiliyorum. Minik de gece sadece bir kere kustu. O da iyi birşey. Çünkü dün sabaha kadar 7 kere çıkartmıştı.


Her sene okuldaki salgın hastalıklar artıyormuş ne yazık ki. Hele geçen hafta 40 tane çocuk geldi bu şikayetlerle dedi doktorumuz.
İçlerinden sadece iki kişide rota çıkmış. Diğerlerinde ise (bizde olduğu gibi) "uyduruk mikrop". "Uyduruk mikrop" tanımlamasını doktorlar kendi aralarında söylüyorlarmış.

Şu an yine halsizlik başladı bende. Fakat büyük çekirdek bizi daha çok endişelendiriyor. Niye böyle yaptığını bir türlü anlayamıyorum. Kardeşinin doğumu onu o kadar değiştirdi ki. Ve zamanla geçer dediğimiz şey gittikçe daha da artıyor.
Artık bizi aşar duruma geldi herşey :(

Wednesday, April 18, 2007

Yazlıklar çıktı meydana :))

Geçen hafta büyük bir işe girişmiştim. Çocukların ne kadar giysileri varsa, dökmüştüm ortalığa. Amacım, artık miniğe küçük gelenleri ayırmak, abiden kalan 2 yaş yaz kreasyonunu ortaya çıkarmak ve abinin geçen yaz giydikleri oluyor mu olmuyor mu kontrol etmekti.

Herhalde ilk çocuk, ilk torun olduğundan, renk renk, çeşit çeşit yazlık pantalonlar, capri şortlar, şortlar, t-shirtler, mayolar, mayolara takım şapkalar, deniz ayakkabıları, spor ayakkabıları, sandaletler vs. çıktı ortaya.
Unutmuşum valla nelerin olduğunu.

Bir de benim büyük oğlanın bebekliği iri olduğu için, yeni yürümeye başlarken giydiklerini kardeşi ancak şimdi ve yazın giyebilecek. O yüzden bebeğimiz yürüyor, kıyafetler üzerinde daha bir şık duruyor diye dünyanın eşyasını almışız o zamanlar:)

Şimdi yazdıkça hatırlıyorum, o zamanlar bebeğim için nasıl çılgınca alışveriş yaptığımı. Örneğin cam göbeği rengindeki lacoste t-shirtiyle aynı renkte çoraplar filan çıktı ortaya. Bir de krem rengi pantalon ile takım, içinde krem çizgileri olan pembe bir erkek gömleği. O zamanlar italyan erkekleri giyiyor diye pembe erkek gömlekleri modaydı. Eşime giydirememiştim, fakat oğluşa almışım. O derece kaptırmışım kendimi:)

Şimdi ise miniğe elime ne geçerse onu giydiriyorum :)) Hiç o eski özenti halim kalmamış.
Fakat büyük çekirdekte hala özenli davranıyorum. Neden acaba?

Büyük çekirdekle ilgili yeme problemimiz olduğundan, kendisi hiç kilo almamış doğal olarak. Sadece boya gittiğinden, bermudalar şort olmuş, geçen sene de bol gelen t- shirtler ise şimdi tam oluyor. Yani onun da gardrobu bir iki şey dışında tam sayılır.
Yani bu yaz çocukların üst başlarına para harcamama gerek kalmayacak:))

Bütün giysileri yaş grubuna göre ayırdım. Miniğin önümüzdeki kış giyeceklerini bile düzenli bir şekilde yerleştirdim. Ona küçük gelenleri koca koca hurçlara yerleştirip kaldırdım. En kısa zamanda ihtiyacı olan birilerine vereceğim. Eh artık üçüncüsü olmayacağına göre :)

Hazır bu işe soyulmuşken, kendi giysilerimi de ayırdım. Ama inanın bütün hepimizin giysilerini ayırmam, düzenlemem birkaç günümü aldı. Tabii çocuklar olunca, öyle birkaç saatte biten iş, bizde bölünmelerle birkaç gün sürdü :)

Neyse, biliyorsunuz, 20 ay önce doğum yapmıştım. Geçen yaz bana olanlar şimdi biraz bollaştı. Bollaşan yer ise sadece basen ve bel kısmı. Genelde kilo almam ve vermem bir tek o bölgede oluyor. Şimdide bir incelme sözkonusu olduğu için, bel ve basen kısımlar bollaştı. Önceleri terziye götürmeyi düşündüm. Fakat bir iki kilo alsam, bu sefer dar gelecek. O yüzden olduğu gibi bırakıp, yeni giysiler almak için bir bahane buldum kendime :))

Dün de zaten annemle alışverişe çıkmıştık. Daha önce birkaç parça almıştım. Şimdi de almak için niyetlendim. Fakat üstün becerim sayesinde hep almak istediklerimin dışında olanları görüp aldığım için, bu sefer de etek pantalon yerine gittim iki çift ayakkabı aldım. Geçen sene yaz sonunda topladığım terliklerin ve sandaletlerin bu sene de moda olduğunu görünce pek bir sevindim. Böylece yaz için gerekli olan bütün açık ayakkabılar tam. Fakat şimdi aldıklarım ise hem baharlık hem de yazın kullanabileceğim cinsten. İşte resimde gözükenler dün aldıklarım.



Yalnız modelinden midir nedir, beyaz olan babetler diğer çifte göre daha büyük çıkmış resimde. Halbuki ikisi de ayağıma tam :)

Bugün ise, eşimin kuzeninin evleneceği tarihi ve yeri öğrendim. Yaz olacağı için, bir kır düğünü düşünüyorlar. Yani hem gündüz olacak, hem de çimlerin üstünde bildiğimiz bir kır düğünü işte. Arkadaş, kuzen, eş, dost bizde bol olduğundan, her sene 3-4 düğüne katılırız. Bu yüzden bir sürü gece elbisem ve tuvaletim var zaten. Fakat bir kır düğününe ilk defa gideceğim. Bu yüzden ne giyilir, nasıl giyinilir bilmiyorum. Abartıp fazla abiye de kaçmak istemiyorum. Bileniniz varsa yardım etsin please :))

Monday, April 16, 2007

Sobeee :))

Kurunane sobelemiş beni :) Ben de ancak vakit bulabildim. Cevaplıyorum :)

1.1- Daha önce yaşadığınız 3 şehir?

İsviçre ve İstanbul.

1.2- Tatil için gittiğiniz, gördüğünüz ve önermek istediğiniz 3 yer?

Türkiyede; Clup Med Kemer ve Bodrum Sea Garden. İkisinin de koyu, havası ve denizi muhteşem. Özellikle Kemer'deki Clup Med'e sürekli gideriz. Bir kere 18 yaşından küçükler alınmadığı için, tam kafa dinlenecek bir yer. Ayrıca yemek saatleri esnek olduğu içim, istediğiniz zaman yiyip içebiliyorsunuz, bir koşuşturma yetişme durumu olmuyor ki, bu kitle halinde aynı saatlerde hareket etme olayını tatil köylerinde hiç sevmem.

Yurt dışında ise baharda Paris, kışın Viyana. Özellikle Viyana'da karın yağmasına bayılıyorum. Üzerinize yapışan kar tanelerini izlemek büyük keyif. Hepsi tek tek kristal yıldızlar halinde ve her biri birbirinden farklı.

3 değil, iki oldu. Ama en sevdiklerim ve önerebileceklerim bunlar.

1.3- Yaşamak istediğiniz (görmediğiniz olur) 3 şehir?

Türkiye'de İstanbul dışında yaşayamam. Yurtdışında ise Paris, Londra ve New York olabilir. Yani mutlaka gece ve gündüz kalabalık olmalı. Issız ve sakin yerler pek bana göre değil.

2.1- Şu an ki mesleğiniz nedir?

Şu an işsiz bir ev hanımıyım :P

2.2- Dünyaya yeniden gelseydiniz , hangi mesleği yapmak isterdiniz?

Sonuçta yine çocuk büyüten işsiz bir ev hanımı olacağım için fark etmez :P

2.3- Kesinlikle ben yapamazdım dediğiniz meslek nedir?

Balıkçılık veya fırıncılık. O kadar erken saatlerde her gün kalkamazdım herhalde.

3.1- Yaşam felsefenizi oluşturan sözlerden biri?

Herşeyde bir hayır vardır. Genelde pozitif düşünürüm ve neden sonuç ilişkisine inanırım. Eğer olumlu ya da olumsuz bir şey yaşıyorsam, bunun bir sebebi olduğuna inanırım. Dolayısıyla "Herşeyde bir hayır vardır" derim.

3.2- Bir kitaptan alınan çok sevdiğiniz bir cümle veya paragraf?

Ortaokul ya da lisedeyken, Shirly McLaine'ini Sevginin Sonsuz Dansı'ndaki (galiba ismi böyleydi) kitabında bir cümle çok hoşuma gitmişti. İlk aklıma gelen şimdi o oldu. Şöyleydi (aşağı yukarı); "Dostluk, denizdeki bir gemiye benzer. Onu görmeseniz bile, orada olduğunu bilirsiniz."
Gerçekten de sevdiklerimle uzun zamandır görüşemesem bile, birbirimizin kalplerinde olduğumuzu hissetmek bile yetiyor.


3.3- Çok sevdiğiniz bir şiirin bir parçası?

Şiir pek okumam. O yüzden aklıma şimdi birşey gelmiyor.


Bir de 3 çeşit yemeği birilerine itaf ediyormuşuz galiba :))
Kusura bakmayın, resimsiz olacak:)

1. Benim uydurduğum bir salata var. Gerçi bu salatayı Sun Set'te yemiştim. Oradan esinlendim ve kendimce eklemeler yaptım :)

Ayçiçeğin salatası (olsun adı bari);

Göbek ve koyu akdeniz kıvırcığı doğruyorsunuz. Yeşil ekşi elmayı küp küp doğruyorsunuz. Beyaz peyniri minik küpler şeklinde kesiyorsunuz. Sonra halka şeklinde kırmızı biber, salatalık da doğruyorsunuz. Küçük bir domates de doğruyorsunuz. Son olarak da bir avuç ceviz ve kuru üzüm koyuyorsunuz. Biraz zeytinyağı ve elma sirkesi gezdiriyorsunuz. Peynirden dolayı tuz katmanıza gerek yok.

Çok doyurucu bir salata oluyor. Bu salatayı Renkler'ciğime itaf ediyorum :)

2. Yine benim uydurduğum birşey var. Patlıcan çok sevdiğim bir sebzedir. Adı da Hafif Patlıcan olsun bari:)

Boston patlıcanı halkalar şeklinde kesiyorsunuz. Çok az yağ ile ya da yağsız tavada kızartıyorsunuz. Izgara gbi oluyor. Tabağa aldıktan sonra, üzerine dilimlenmiş domates diziyorsunuz. Küp küp kesilmiş beyaz peynir koyuyorsunuz. En son olarak da tabağın üzerinde nar ekşisini gezdiriyorsunuz ve zevkinize göre kuru ya da taze nane serpiştiriyorsunuz.

Çok hafif bir yaz yemeği oluyor. Bunu da Kurunane'ciğime itaf
edeyim :)

3. Son olarak da Bircher Müsli tarifi var.

Sevdiğiniz birkaç çeşit meyveyi soyup küp küp doruyorsunuz. Benim favorilerim elma, armut ve yeşil çekirdeksiz üzüm. Meyveleri büyük bir kaseye alıp karıştırıyorsunuz. Sonra taze fındık kırıp içlerini irice dövüyorsunuz (taze fındık olması önemli). En son olarak da içine birkaç kaşık vanilyalı dondurma ekleyip karıştırıyorsunuz.
Özellikle çocuklar bunu hem yapmayı hem de yemeyi çok seviyor.

Bunu da sevgili gırtlakdaşım Kuğu'cuğuma itaf ediyorum. Kendisini zorlayıp meyve seçsin diye :))


Bu konuda sobelenmemişlerse eğer, Çiçeklibahçe'yi, Kuğu'yu ve Gamzeli'yi sobeliyorum :)

Wednesday, April 11, 2007

Merhaba :)

Çok ihmal ettim bloğumu, biliyorum. Fakat mecburen uzak kaldım. Uzun uzun anlatırım demiştim, fakat kötü günler geride kaldı çok şükür. Ben de tekrar anlatarak yaşamak istemiyorum o günleri.

Büyük çekirdeğim, canım, neyse ki iyi artık. Fakat hala özel ilgi göstermemiz gerekiyor, çok hassas.

Fazla uzatmadan hepinize uğrayacağım şimdi:) Çok özledim ve de merak ettim sizleri :))

Wednesday, April 4, 2007

Bir Stephen King filminde miyim neyim?

Arkadaşlar iyiyim artık. Alacakaranlık kuşağındaki gibi günler geçirdim. Gerçekten tuhafdı. Artık geçti. Daha sonra anlatırım uzun uzun. Büyük çekirdek hariç, artık iyiyiz. Ama o da iyi olmak üzere:)

Çok özledim sizleri. Uzak kalınca insan gerçekten aklından çıkaramıyor, arkadaşları merak ediyor. Ama kimseyi ziyaret edemedim henüz.

Görüşmek üzere :)

Thursday, March 22, 2007

Ebe Sobeee :))




Fikrimin İnce Gülü sobelemiş beni :)

Vazgeçemediğimiz markalar bu seferki sobe konusu.

Aslında öyle marka tutkum yok. Aklıma ilk gelenleri yazıyorum.

1. Parfümümü 11 yıldır kullanıyorum. Bir çok parfümüm var. Fakat onlar gelip geçici hevesler:) Arada değişiklik olsun diye kullandıklarım.
Fakat bu Cheap and Chic benimle bütünleşmiş bir parfüm.
Öyle ki, bir yere gittiğimiz zaman, bizden sonra gelenler asansöre filan bindiklerinde, kapıdan girer girmez "Ayçiçek'lerin geldiklerini kokusundan anladık" derler.

2. Christian Dior'un sellülit kremi de benim için bir vazgeçilmez :) Çok memnunum, süper sonuç veriyor. Bir mucize :))

3. Flor Mar'ın 319 no'su. Yıllarca vazgeçemediğim bir oje.

4. Çocukların giysileri genelde Zara Kids'ten. Özellikle pantalon modelleri süper.

5. Yine çocuklara aldığım ayakkabılar ya Adidas ya da Nike marka oluyor.

* Kendi giysilerimde marka takıntım yok. Yeter ki hoşuma gitsin, üzerimde güzel dursun :))


* Eğer marka konusunda sobelenmedilerse, Kuğu'yu, Sanem'i ve Nimet'i sobeliyorum :)

Tuesday, March 20, 2007

Küçük çocuğa ayakkabı alırken dikkat




Bu ayakkabılar benim miniğin vazgeçilmezleri. Geçen hafta ona ayakkabı bakmakla geçti. Abisinden kalan dolu ayakkabılar var. Fakat şu an mevsimler uymuyor. Ona olacak olanlar abisinin kışlık modelleri. Sadece bir tane camel rengi çok şeker bir bot var. Onu da giydiremiyorum. İllaki bu mavi ayakkabıları giyecek. Hayır, inat edip başkasını giydirince, kaşlar çatılıyor ve yürümüyor. Öylece duruyor, trip yapıyor. Ama artık küçülmeye de başladı bu ayağındakiler.

Biz de ana oğul ayakkabı bakmaya gittik. Çocuklara genelde hep spor ayakkabı giydiririm. Bir de erkek çocuk oldukları için, yani koşturma durumları vs., daha rahat ediyorlar. Kız anneleri gibi cicili bicili ayakkabılar alamasam da, birkaç değişik renk alır, giysilerine yine de uydurmaya çalışırım. Büyük çekirdekte sorun yok, canım nasıl giydirsem kabul ediyor, bu konuda hiç üzmüyor.
Fakat bu minik şimdiden başladı itirazlara:)

Çocuklara ayakkabı alırken, mutlaka kendim giydirip deniyorum, başkasına bırakmıyorum. Ve küçük çocuğu olan herkesin de bunu kendisinin yapmasını öneririm.

Bundan yıllar önce, büyük çekirdek 14 aylık filandı, ona ayakkabı bakmaya gitmiştik.
Büyük çekirdek de çok uslu, uysal, güleryüzlü bir bebekti. Öyle ağladığı filan da olmazdı.
Ben de tabii yeni, tecrübesiz anne olarak yanında dikilmiş, mağzadaki bir elemanın ona ayakkabı giydirip çıkartmasını izliyordum.

Bir ara Çekirdek huysuzlanmıştı, bağırmıştı. Ben ve annem şaşırdık ne oluyor diye. Çünkü hiç öyle yapmazdı. Acaba ayakkabı mı sıkıyor demiştik. Ama öyle birşey de yoktu. En son giydiği ayakkabıyı beğenip yürümesini istemiştik. Fakat oğlum ağlamaya başlamıştı. Yürüyordu, fakat bir garip yürüyordu. Herhalde yeni ayakkabıya alışamadı diye düşünmüştük. Bir iki dolaşmıştı, sonra yürümesi düzelmişti. Fakat garip bir şekilde huzursuzdu. Ara ara sızlanıp ağlıyordu. Biz de herhalde uykusu geldi dedik. Ayakkabıları alıp, elemanın eski ayakkabısını giydimesini bekleyip, eve dönmüştük.

Yol boyunca uyumaya çalıştı, bir dalıyor, sonra tekrar ağlayarak uyanıyordu. Garip bir ağlamaydı, sızlanma, acı çekme gibi. Ben de herhalde dişlerden dolayıdır diye düşünmüştüm.

Akşam evde fazla durmamıştık, eşim gelince çıkmıştık yine. Bir yemeğe davetliydik. Tabii acele acele hazırlandığımız için, oğluşu soyup giydirirken, gözüme anormal birşey gözükmemişti.

Sonra gittiğimiz yerde de vızır vızır ağlayıp, huysuzluk yaptmıştı. Herkes şaşkındı, çünkü oğlumun nasıl sessiz ve sakin olduklarını biliyorlardı. Uykuya dalıyor, beş dakika sonra uyanıyor ağlıyordu. Ateşine bakıyorduk, ateşi filan yoktu. Ama yemeği reddediyor, biberondan da hırslı hırslı emiyordu. Onu yere bıraktığımızda ise, bir adım atıyor, sonra kendini yere bırakıyordu. Bir türlü yürümek istemiyordu. Onun bu haline daha fazla dayanamayıp, eve dönmüştük.

Evde onu soyup, rahatlamasını sağlamaya çalıştık. Yemeğe gitmeden önce doktoruyla telefonda görüştüğümde, ateşi yoksa endişelenmeyin demişti. Fakat anormal bir durum olduğu ortadaydı. Çocuk bir şekilde acı çekiyordu.

Eve girdiğimizde ayakkabılarını çıkarmıştım, fakat o yürümek istemiyordu. Zaten gittiğimiz yerde de hiç yürümemişti, ya oturuyordu ya da emekliyordu.
Evde de zaten yorgundur diye kucağımda onu oturma odasına götürmüştüm ve yukardan başlayarak üstünü değiştirmiştim.

Sıra çoraplarına geldiğinde, bayılacağımı zannettmiştim. Hemen eşimi çağırıp, çocuğun ayağına birşey olmuş, bakamıyorum, bana birşeyler oluyor gibi birşeyler gevelemiştim.

Çorabının altından küçük parmağının tam ters yönde dönmüş olduğunu hissetmiştim.
Ben fenalaşırken, eşim çorabı hemen çıkartıp, parmağı ters yönde aşağıya doru indirip, yerine oturtmuştu.
Hemen tekrar giyinip hastaneye gitmiştik. Çok şükür röntgene gerek duyulmamıştı. Parmağında kırık da yoktu. Doktor da bu yaştaki çocukların eklemlerinin çok esnek olduğunu, kolayca yerinden çıktığı gibi, tekrardan da yerine oturtulduğunu söylemişti.

Oğlum çok rahatlamıştı. Gündüz saatlerinden beri çektiği acı nihayet sona ermişti. Eve dönünce mışıl mışıl uyumuştu ve ertesi gün normale dönmüştü.

Bu kazanın mağzada, o elemanın ona ayakkabıları giydirirken olduğunu anlamıştık. Herhalde çok zorlamıştı giydirirken, zorlarken de parmağı ters dönmüştü. Çünkü orada başlamıştı huzursuzluğu ve ağlaması.

O günden beri mutlaka ben giydirip deniyorum. Bazı elemanlar yardımcı olmakta ısrar ediyorlar. Fakat yine de başkasına izin vermiyorum. Tabii şimdi büyüdüğü için, kendi bile giyip çıkartıyor, denerken.
Fakat miniğin ayağına ısrarla ben giydirip deniyorum.

Ama hala istediğimiz gibi birşey bulamadık. Ben alt tarafı, şimdikine benzer bir spor ayakkabı olsun diyorm. Fakat o giydirdiklerimi hemen çıkartıyor.
O Cindirella ben prens, dolaşıp duracağız bir müddet daha.

Monday, March 12, 2007

Aklıma gelen vazgeçemediklerim :)

Fikrimince sobelemiş herkesi :) Vazgeçemediklerimizi yazacakmışız.

Herşeyden vazgeçebilirim, oğullarım, eşim, ailem ve dostlarım dışında.

Ama yine de "çok bağlı" olduğum takıntılarım yok değil.

Mesela kolumda saat olacak illaki. Bir vazgeçemediğim birşey:)
Saatim yoksa kolumda, ki genelde nadirdir, kendimi çıplak hissederim.

Uzun saçtan vazgeçemiyorum. Hep uzundur saçım:)

Kot pantalondan da vazgeçemem herhalde.

Çay içmek bir tutku bende. Eşim mesela yeşil çaya geçti artık. Daha sağlıklı diye. Ama ben siyah çaydan vazgeçemiyorum :)

Araba kullanmaktan da vazgeç(e)mem. Oğlanlar ilerde bu tutkuma bir tehlike oluşturmasınlar diye, babalarından söz aldım bile, onların arabası benimkinden ayrı olacak diye :)

Çikolatadan ve çikolata içeren herşeyden vazgeçmem zor :))

İnternetten ve blogger arkadaşlarımdan da vazgeçmek zor gözüküyor :)

Pizza da bir vazgeçilmezdir benim için :)

İlk aklıma gelenler bunlar. Düşününce daha birçok şeyden vazgeçemediğim çıkmıyor da değil. Ne çok sevdiğim şey varmış :))
Ama başta da dediğim gibi, bunlar önemli değil. Herzaman gerekirse vazgeçilebilen, bırakılabilen şeyler.

Benim için tek vazgeçilmezim ailem, yuvam, huzurum, dostlarım :))

Herkese iyi haftalar dilerim..:)


Thursday, March 8, 2007

Bakmayın tarihe, bu gün 9 Mart :))

Dün kuaförüme gittim. Niyetim gölgelerimi yenilemekti. Fakat koltukta ani bir karar değişikliği yapıp, gölge yerine röfle istedim. Kuaförüm de destekledi bu kararımı. Çünkü gölgeden açılan saçım bundan sonra röfleyi daha iyi kaldırırmış dedi.
Sonuç olarak iyice sarardım :)

Eşim hafif! bir şaşkınlık geçirdi, akşam beni görünce. Çünkü onun gönlünden her zaman saçımı koyultmam geçer. Ama ben her gidişte daha da açtırdığım için, artık bu konu konuşulmuyordu uzun zamandır. Beni görünce, niye bana söylemedin dedi. Ben de söyleseydim, istemezdin biliyorum dedim. Ve senin istemediğini söylemen üzerine yine de gidip yaptırsaydım, hoş olmazdı dedim. Bu açıklama hoşuna gitti. Ne taktik ama:) Böylece konu kapanmış oldu.

Kuaförden sonra kayınvalideme uğradım. S. teyzeyle beraber bu akşam için içli köfte hazırlıyorlardı. Hani her iki haftada bir cuma geceleri beraber toplanıp yeriz ya. Onun hazırlığıydı.

Ben de yardım edeyim dedim ve bir kaç iç sıktıktan sonra, benim minik mızmızlanmaya başladı. Uykusu gelmişti. Ben de onu alıp eve gittim, uyuttum.
Nedense içli köfte yapılırken başından sonuna kadar yapılma aşamasını yakalayamıyorum hiç. Artık başka sefere.

Eve gittim, çünkü zaten aynı sokakta oturuyoruz. O yüzden minik yatağında uysun istedim. Kendi yatağında hemen dalıyor, fakat başka yerde uğraşmam gerekiyor uyuması için. Ne kadar geç uyursa, o kadar geç kalkıyor. Bunun sonucunda da akşam geç yatıyor. O yüzden hemen eve götürüp uyuttum.

Postumun tarihi dünü gösteriyor. Çünkü dün gece başlamıştım, ama bitiremeyince bugüne bıraktım. "Bugün" diye başlıyordu, onu da "dün" diye düzelttim. İşte böyle:)

Evet, bu gece yine kayınvalidemlerde toplanıyoruz. Eltimler, biz filan.

Aslında bugün dişarı çıkmayı düşünüyordum. Fakat nedense bir türlü harekete geçemedim. Dünkü güzel güneşli hava da yok bugün:(
Of, iyice sıkıcı yazmaya başladım, konu mu bulamadım ne :))

Herkese iyi haftasonları dilerim..

Wednesday, March 7, 2007

Bahar alışverişim başladı





Dün kayınvalidemle, onun kızkardeşi S. teyze ve benim minikle alışveriş merkezine gittik. Sadece dolaşıp öğle yemeği yiyecektik. Biz kayınvalidemle çok iyi anlaşırız, maşallah. Birbirimizi çok severiz. Kayınvalide gelin değil de, anne kız gibi yakınız. Bana ve eltime karşı her zaman hep içten, yardımsever, sıcaktır. Yeri geldiğinde bir anne, yeri geldiğinde de bir arkadaş gibidir. O yüzden onunla gezmeyi de severiz.
Dün de çıkıp gezelim dedik:)

Öncelikle şunu belirteyim, dün minik çok usluydu. Pusetinden inip yürümek istediyse bile, bizi hiç koşturtmadı peşinden. Hep yanımızda uslu uslu dolaştı. Hatta ona aldığımız köfteleri de yedi (hayret valla:)). Aman şimdi nazar değidirmeyeyim. Maalesef benim nazarım değiyor çocuklara ve eşime galiba :((

Çünkü ne zaman "Minik geceleri uyanmaz" desem, sebepsiz yere o gece uyanacağı tutar. Ya da "Büyük çekirdek hastalanmadı bu ay, ne güzel" desem, bir bakmışım ateşi çıkmış ya da öksürüğü başlamış. Hatta eşimle de uzun süre tartışmadıysak, ve içimden 'maşallah ne de iyi gidiyoruz desem', o akşam sudan sebepten tartışma çıkar :(

Kimseye kötü gözle bakmıyorum, hatta kıskançlık huyum da yoktur. Fakat nazarım başkasına da değiyor mu bilmiyorum. Eğer öyleyse bile, istemeden oluyordur.
Bir keresinde eltimin bileğinde bir bileklik görmüştüm. Ve başkasında beğendiğim şeyleri o kişiye söylerim. Ona da dedim, ne güzel bir bileklik diye. O da çıkartıp, bakmam için verdi. Ben de iade ettiğimde, tekrar bileğine takmak isterken, elinde kırıldı geçirme yeri. Hatta bir kez daha böyle bir şey olmuştu. Artık çekine çekine iltifatta bulunuyorum. Ya da hiç bulunmayım bundan sonra.
Daha dün kayınvalidemin üstündeki yeni montu için "Ne kadar güzel, güle güle kullanın" dedim. Umarım birşey olmamıştır.

Dönelim alışverişimize :)
Bir şey almaya niyetlendiğim zaman, genelde istediğim gibi birşey bulamam. Fakat aklımda birşey almak yokken, karşıma güzel şeyler çıkar.
Dün de hiç aklımda yokken, çocuklara bir iki parça giysi aldım.
Kendime de krem rengi baharlık pantalon ve hoş pembe bir bluz aldım.
Siyah rengi çok sevsem de ve kışın genelde siyah ve ekru ağırlıklı giyinsem de, baharın gelmesiyle ve de yazın tabii, gözlerim sadece pembeler, maviler, beyazlar (mutlaka), yeşiller filan görür.
Hele yazın olmazsa olmazım beyaz pantalon, krem pantalon, beyaz etek ve açık renk kot etek. Üstüne de zaten bütün renkler:)
Fakat hep sade ve tek renk seçiyorum. Öyle rengarenk desenli giysileri giyemiyorum nedense. Belki elbiselerde oluyor da, ama öyle tek parça üst veya etekte giyemiyorum.

Aslında bu bahar ve yaz için pek alışveriş yapmama gerek yok. Geçen sene doğumdan sonra tekrar incelmenin verdiği mutlulukla bir sürü alışveriş yapmıştım. Eminim şimdi bile hatırlamadığım bir sürü şey çıkacak, dolabı indirsem.
Yazlıkları meydana çıkarmanın zamanı geldi mi ne:)

Fakat dün Zara'da nefis beyaz bir etek gördüm. Alayım mı diye tereddüt ettim, sonra vazgeçip pantalon aldım. Ama aklım etekte kaldı.
Beyaz etek sevenler için tarif edeyim, kumaşı çok ince değil, keten gibi. Yani öyle iç gösteren cinsten değil. Boyu da tam diz kapağında ki bayılırım bu boydaki eteklere. Bel ve basen oturuyor, aşağıya doğru kloş iniyor. Galiba önünde de yarım bir pile vardı. Hem çok şık, hem de çok kullanışlı bir model. Galiba ben bunu gidip alacağım. Çünkü şöyle bir şey var, Zara iki haftada bir kolleksiyon değiştirdiği için, bazı ürünler hemen bitebiliyor. Bu da öyle beğenilmeyecek gibi değil. Geçen sene az aramamıştım beyaz etek. Ve istediğim gibi bulamayınca, beyaza yakın krem renginde almıştım bir tane. Ama beyazın yerini tutmadı gönlümde. Belki o yüzden bu kadar takmış durumdayım beyaz eteğe :)))
Gözüme kestirdiğim birkaç parça daha oldu tabii. Fakat önce dolabımı döküp, neyim var neyim yok bakacağım. İhtiyaçlarımı belirleyip, öyle çıkacağım alışverişe. Yoksa ipin ucu kaçıyor ister istemez :))

Bir de takı olayı var yani :) Mutlaka her çıktığımda baktığım bir yer var. Hatta adresi de var "http://www.kurshuni.com". Bu markada küpeden halhala herşey var. Hepsi el yapımı özel cam ve metal olarak da gümüş kullanıyorlar. Çok abartılı modeller olduğu gibi sade, zarif modeller de mevcut.
İşte yukarda gördüğünüz kolyeyi ve bilekliği de dün aldım. Bu aldıklarımın takımı da var tabii. Ama ben öyle fazla takım takmayı sevmiyorum. Ayrı ayrı parçaları daha çok seviyorum. Yeter ki uyumlu olsun:) O minik uğur böceğinin kırmızısı da vardı. Fakat bu mavi böcek ilk bakışta çok hoşuma gitti :)

Monday, March 5, 2007

Kendi resmimizi kendimiz basıyoruz



Yukarda gördüğünüz bu küçücük makina harika birşey. İçine yerleştiriyorsunuz isteğe göre mat ya da parlak kağıtları. Bilgisayarınızda kayıtlı yüzlerce resimden beğendiklerinizi seçiyorsunuz. Sonra da basıyorsunuz :))
Süper kalitede resimler elinizde hazır.

Nerden mi çıktı şimdi bu?
Uzun zamandır annelerimiz bizim miniğin resimlerinden istiyorlardı.
Büyük çekirdekte gösterdiğimiz özeni ne yazık ki minikte göstermemişiz.
Abinin bir sürü albümü ve çerçeve içinde resmi varken, miniğin o zamanlar hevesle alınan albümü ne yazık ki boş.
Çerçevede duran resim ise henüz bebekken çekilen resim.

Fakat resim çekmedik değiliz. Hala birsürü resim çekiyoruz. Fakat hepsi bilgisayarda kayıtlı. Hatta bütün resimlerin, filmlerin bir kaydı da eşimin işyerinde duruyor. Ne olur ne olmaz diye.

Ama ihmal etmişiz, bastırmamışız hiç. Eşimin de aklında böyle birşey almak vardı. Gitti aldı cumartesi günü. Evet bensiz. Hatta sevgili kayınvalidem bile şaşırdı, niye benim de çıkmadığıma. Ben bakardım çocuklara dedi. Fakat nedense bu hafta sonu evde tembellik yapmak istedi canım :)) Öyle giyin, süslen, hazırlan, çocukları hazırla modunda değildim.

Eşim de zaten hemen gitti döndü :) e bensiz olmuyor tabii :P.

Ve başladık biz cumartesi gecesi habire resim basmaya. Büyük annelere, dedelere, eşimin işyerine, buzdolabının kapağına, cüzdanın içine (evet, cüzdan boyutunda küçük de basılıyor) ve çerçevelere konmak üzere basıp durduk.
Hatta miniğin albümü bile dolmaya başladı :)

Artık fotoğrafçıya git gel derdi kalmadı.
Çok keyfliymiş evde resim basmak..

İyi haftalar dilerim :)

Monday, February 26, 2007

Başlık Yok :))

Yine olmuş epey yazamayalı. Ama gerçekten de fırsat bulamadım. Bir ara boş vaktim oldu. Fakat nihayet sırası gelen bir "Grange" kitabına başladığım için, ve de heyecanın dorukta olduğu bölümlere geldiğim için, kitap okumayı tercih ettim :)
Gerçi aklım hala kitapta, yarıladım da. Fakat şu postu yazayım, döneceğim yine ona ve bitireceğim herhalde (eşimin arada yaptığı 'ne zevk alıyorsun böyle kitaplardan' yorumlarıyla birlikte).

Dün akşam, eşimle oturduk "Kanlı Elmas"ı izliyorduk. Gerçi yarısını bitirdik, yarısını da bu geceye bıraktık. Çocuklu olunca filmleri bazen ikiye, üçe bölüp dizi şeklinde izleyebiliyoruz ancak. Çünkü onlar yattıktan sonra izliyoruz, bazen de geç başlıyoruz, bu yüzden de bitiremiyoruz:(

Tabii eşim hemen, bak işte kadınların pırlanta merakı tatmin olsun diye oradaki insanlar, aileler neler çekiyor lafını kendine saklamadı, paylaştı benimle.
Ben de gerçekten üzüldüm.
Niye böyle bir konuşma geçti, onu da söyleyeyim. Filmi seyretmeden 3-4 gün önce, annem bana gelmişti. Hava da çok güzeldi. Ne yapalım edelim derken, ben hadi kuyumcuları gezelim dedim. Kopmuş iki zincirim ve kırılmış bir bilekliğim vardı. Amaç onları tamir ettirmek ve de kenarda takmadığım, fakat şimdi moda olan sarı mat renkteki zincirime bir uç bakmaktı. Hani şimdi orjinal, taşlı uçlar moda ya, onlardan bakacaktım.

Aslında öyle takıp takıştıran biri değilimdir. Ama beyaz altını, pırlantayı ve değişik zarif modelleri beğenirim. Kesinlikle takım şeklinde değil de, öyle birbirleriyle uyum içinde olan parçaları seçer takarım.

Neyse, dolaştık, girdik bir kuyumcuya. İki zincirim tamir edildi de, bilekliğim tam yay kısmından koptuğu için, ve kendine has motiflerle olduğu için, tamir yeri belli olur dediler. Ben de o zaman siz alın, ben bunun yerine birşey bakayım dedim. Ve yanımda getirdiğim diğer zinciri çıkartıp, ucuna kolye ucu baktım.
Sonunda bir tane zemini mat sarı, kenarları parlak sarı, üstünde beyaz yıldızlı ve yıldızların üstünde minik taşları olan bir uç beğendim. Zincirim de mat olduğu için, hoş durdu.

Sonra çıktık dolaştık, vitrinlere biraz daha baktık. Birşey almadığım sürece öyle kuyumcu vitrinlerine pek bakmadığımdan, yeni çıkan modelleri o gün gezerken ancak gördüm. Şu sıralar bilek için çok hoş zincirler var. Özellikle bir bileklik aklımda kaldı.
İşte ben böyle aklımda kalan bileklikten ve kolye ucumun yüzüğü de var, onu da alsam mı diye bahsedip dururken, bu filmi izleyince, eşim de yeri gelmişken değiniverdi.

Cuma günü ise ben miniği alıp anneme gittim. Teyzem de geldi, hoş vakit geçirdik. Büyük çekirdeğimin okulu annemin evine yakın olduğu için de, ona süpriz yapayım ve ben gidip alayım dedim.
Gelen velilerin ve (servis) hostes ablalarının beklediği camlı bir bölme var, yemek yedikleri alanın yanında. Biz orada beklerken, ufaklıklar İstiklal Marşı için sıralanmaya başladılar. Bizimkilerin ansınıfı binası büyüklerden ayrı olduğu için, karşımızda sadece 6 anasınıfı ve 4-5 yaş sınıfları vardı. Hepsi mini minacık, İstiklal Marşını okuyorlardı. Çok şekerdiler. Bu arada oğlumun üzüm üzüm gözlerle etrafına bakındığını, beni görünce yüzünün mutlulukla ışıldadığını, çoşkuyla bana el salladığını görmem de bana ayrı bir mutluluk yaşattı. Pek bir sevindi, servisle dönmeyeceği için.

Anneme gittik. Orada birşeyler yedi. Sonra miniği de eve alıp, yola çıktık.
Bu sefer de babaanneye gittik. Çünkü akşam için bizi ve eltimleri yemeğe çağırmıştı.
Her 15 günde bir Cuma akşamları yemeğe toplanırız annemlerde. Bu sefer S. teyze, G. hala da vardı. Yine güzel ve kalabalık bir Cuma gecesi geçirdik. Gecenin konusu, biz kadınlar arasında, eltimin ona her gün gelen yardımcısının attığı kazıktı. Allahım büyüksun, ne diyeyim :)

Bütün gece yerinde duramayan oğlum, eve dönünce ateşlendi. Cumartesi sabahı ateşi devam edince, miniği babaanneye bıraktık, doktora götürdük onu.
Şu sıralar 3. ateşlenmesi ve ara ara öksürüğü de var. Daha önceki ateşlenmelerde antibiotik vermiştik 2 kere, ama bu sefer bari kan ve idrar tahlili yaptıralım dedim, kendi kendime tabii. Ama doktorumuz böyle birşeye gerek duymadı. Birşeyi yok, ateşi virütik dedi. Havada varmış. Bünye zayıf düşünce de baş gösteriyor dedi. İlaç da yazmadı. Calpol kullansın 3 gün ve bol sıvı alsın dedi.
Çok sevindik çiddi birşeyin olmamasına. Fakat içim yine de rahat değil.

***

Dün başladığım yazıma bugün devam ediyorum. İzlediğimiz filmler gibi artık postum da yarım kalıyor:)

Dün okula göndermedim oğluşu. Pek bir mutlu oldu, evde kalacağım diye. Ya oğlum tam bir ev kuşu. Ya da okulda bu yaştaki çocuğa fazla yükleniyorlar. Anasınıfı olmasına rağmen birinci sınıflardan tek farkları okuma yazmaya geçmemiş olmaları.
07.20'de gidiyor. 17.30'da dönüyor. 18.00'da akşam yemeğini yiyiyor ve sonra başlıyor oyun oynamaya. Akşam babası geldiğinde onu sevmek istiyor, yanına çağırıyor. Bizimkisi "Zaten saat kollarını açtığında (21.15) yatacağım, şimdi vakit kaybetmeyeyim" diyor. Çocuğa evde geçirdiği zaman yetmiyor :(

Bugün ve yarın (okul gezisi olacağı için) de evde kalsın istiyorum. O da zaten dünden razı.

Neyse, biz gittik, döndük doktordan. Büyük oğluşu da babaanneye bıraktık.
Sonra eşim dedi ki, biraz gezelim. Almak istediği birkaç eşya vardı. Alışveriş de yaptık. Sonra uzun bir zamandır çin yemeği yemediğimizi fark eden eşim "Hadi çin yemeği yiyelim" dedi.
Onun "Çin yiyelim" demesi şu anlama geliyor: "Ben 6 adet çin böreği yiyeceğim."

Aylarca Tayvan'da yaşamış, iş için Hong Kong'a gidip gelen eşim, aslında çin yemeğinden nefret eder. Bir tek çin böreğini çok sever. Sadece böreği sevdiği için razı oluyor çin lokantasına girmeyi. Ben çin yemeğini çok severim. Hatta o gün abartıp çin usulü tavuk, erişte, mantı ve börek yedim.
Bir keresinde, eşimin en yakın arkadaşının doğumgünüydü. Eşi de ona süpriz bir doğumgünü yemeği hazırlamıştı. Biz arkadaşlar (8-10) kişi filandık, onlardan önce, eşinin yer ayırttığı çin lokantasına gidip, bize ayrılan üst kattaki özel bir bölmede (gerçekten de özeldi, motifli kağıt paravanlar filan vardı) onları bekledik.
Hoş bir süpriz ve karşılamadan sonra, masa donatıldı. Daha önce tatmadığım yiyecekleri de yeme fırsatım olmuştu:)
Bir ara herkes eşime bakmıştı. Çünkü geldiğinden beri sadece çin böreği yiyiyordu.
Saatlerce oturup yemiştik. Bir ara eşime sordmuştum, kaçıncıyı yiyiyorsun diye. Saymayı bıraktım demişti:)
Yani bu derece katıdır, ağızına tek bir lokma koymaz, börek dışında.

Nerden nereye gelmişim:)
Pazar günü ise eşimin teyzesine gittik. Yine kalabalıktık. Çünkü eşimin kuzeninin kız arkadaşıyla tanışacaktık. Yakında nişanlanacaklar da, onun için ailece tanıştık.
Şöyle kalabalık kalabalık otururken birden fark ettim ki, ailenin en kıdemli gelini benmişim. Yaşça en büyük değilim. Çünkü eltim ay farkıyla benden büyük. Fakat eşim ailenin ilk göz bebeği, ilk torun, yeğen olunca, haliyle de ilk o evlendi. Aramızdaki yaş farkından dolayı da yaşça büyük gelin olmaktan kurtarıyorum da, ama büyük gelin sıfatını yine de taşıyorum:)
Şimdide aileye katılacak olan son gelinimiz benden 4 yaş küçük. Çok hoş, kibar bir kız. Hepimiz hemen sevdik onu.
Artık bundan sonra çok gelin göreceğiz daha. Çünkü kuzenlerin evlilik yaşları geldi:)
Çok gelin diyorum çünkü eşimin 2 teyzesinin 2'şer oğulları var. Dayısının bir oğlu var. Benim bir erkek kardeşim var. Yani pazar günkü tanıştığımız gelin dışında daha 5 gelin gelecek inşallah :)
Ailede kız yok mu derseniz, tabii ki var. Kayınbiraderimle eltimin iki kızları var. İkisi de bizim oğlanlarla yaşıt :))

Pazartesi günü, yani dün, oğluşlarla oturduk evde.
Evimizin önündeki cadde ve kaldırımda iki haftadır çalışma olduğu için, oğluşlar hem camdan iş arabalarını izlediler, hem de evde mevcut olan iş arabalarıyla salonun ortasını inşaat alanına çevirdiler.
Caddemiz tamamen yenileniyor. Bütün kaldırıma ve sokağa yeni taşlar döşendi. Bu arada da sokağın başındaki telefon kutusuna da birşeyler yaptılar. Nitekim dün bütün gün telefon ve internet hattı kesikti.
Bu yüzden postuma ancak akşam başlayabildim ve haliyle bitiremedim. Çünkü daha önceden yarım kalmış filmin devamını izledik.

"Kanlı Elması" izliyorduk ya, bir şey dikkatimi çekti. Neden bütün oynadığı filmlerde Leonardo DiCaprio filmin sonunda ölüyor? Titanik'te öldü, Departed'de öldü, burada da öldü. Diğerlerini hatırlamıyorum, ama çoğunda böyle galiba.
Yazık oluyor ama çocuğa. Bizi de üzüyorlar yaa..

Bugün evde temizlik var. Ben de birazdan oğlanları alıp anneme gideceğim. Akşama kadar oradayım.
Herkese gecikmiş iyi haftalar dileği ...:)

Wednesday, February 21, 2007

Yine iş bitirdik :)



Gece gece eşimin ilaç dolabımızı düzenleyeceği tuttu.
Ben de elimde koca bir poşetle yanında dikildim, onun ayırdığı tarihi geçmiş ilaçları doldurdum poşete.
Dolap ağızına kadar ilaç doluydu ve aradığımızı biraz zor bulup, aynından tekrar alıyorduk :)
Maalesef bir sürü ilaç çöpe gitmek zorunda kaldı.
Eşim çocukların şuruplarını görünce isyan etti. Çünkü hepsinin işlevi aynı, sadece adları değişikti.
Ama ne yapayım. Doktorumuza her gittiğimizde bize başka bir ad yazıyordu.
Eşim de bu resmi print edip bana verdi. Çantanda dursun, doktora gittiğinde bizde bu şuruplar var diye gösterirsin dedi :)

Tuesday, February 20, 2007

Oğlumun kankaları :)



Bunlar da kim? Bunlar bugünlerde miniğin kankaları:)
Bunlarsız birşey yapılmıyor artık. Yaramazlıklarda bile üçü beraberler.
Ama mutlaka ikisi birarada eşlik etmeli miniğe. Öyle birtanesi ile yetinmek olmuyor. Yemek yerken bile ikisi mama sandalyesinin tepsisinde oturup, yanında olacak illaki. Arada bir bu iki kankanın da tadına bakmıyor değil. Acaba tadları değişti mi diye:)



Hmm, yine ses ve görüntü yok oldu. Kesin birşeyler karıştırıyor içerlerde. Pardon karıştırıyorlar :)
Zaten hep öyle oluyor. Ses varken merak etme. Ama sessizlik olduysa, şüphelen. Çünkü kesin işbaşındadır. Bir yerlerde birşeyler kurcalanıyordur muhakkak:) Hah, işte buldum sizi.



Oh, beyefendi girmiş odasına, çekmecelerini yine boşaltıyor. Kankalar da herzamanki gibi yanında, suça eşlik ediyorlar. Atmış onları da boş çekmecenin içine. Zavallılar kalakalmışlar öyle :))
Bugünlerde yeni hobimiz, aç çekmeceleri, boşalt.
Beyefendi biliyor da işini. Eğer giysi, örtü vs. ise fırlat yere. Ama bardak, çanak gibi narin şeyleri dikkatle yere bırakıyor.

Bir iki kere kırmıştı birşeyler. Fakat anında müdahele edip, cam gibi şeylerin kırılabileceğini öğrettim. O günden beri "hassas" davranıyor bu tip şeylere.
Büyük oğlum büyürken de hiçbir şeyin yerini ne değiştirdim, ne de ortadan kaldırmıştım. Sürekli başında durup, ellemesi sakıncalı olanları öğrettim. Hemen de öğreniyorlar zaten.
Böylece başka bir eve gittiğimizde de çok rahat ettim. Sakıncalı olan hiçbir şeye dokunmuyordu, dağıtmıyordu.
Şimdi küçüğe de aynı yöntemi uyguluyorum. Fakat bu biraz daha asi galiba.
Büyük bir zevkle çekmece dolap boşaltmaya devam ediyor :))

Monday, February 19, 2007

Sakin bir hafta sonu

Of :(((
Ne güzel uzun uzun yazmıştım, bu hafta sonumun nasıl geçtiğini, izlediğim filmi vs.
Sonra ne oldu, kaydetmeyince, bir hata yaptım ve uçtu gitti post ;(

Yine uzun uzun yazmak isterdim, ama özet geçeceğim.

Plansız programsız, sakin bir hafta sonu geçirdik.
Cumartesi günü kayınvalidem bizi yemeğe çağırdı. Zaten oğlumun da içine doğmuş gibi sabah kalkar kalkmaz babaannemlere gidelim mi diye sormuştu:)

Orada, güzel vakit geçirip, yiyip içtikten sonra, eşime dedim ki, hadi çarşıya inelim, hem yarın için balık alırız, hem de dolaşırız biraz.

Çocuklar babaanneleri ve dedeleri ile güzel güzel oynarken, biz çıktık eşimle.
(Kısa yazınca da oluyormuş:) Buraya gelene kadar iki katı filan yazmıştım:))

Çarşıda biraz dolaştık, sonra alışverişlerimizi yaptık.
Kendimiz için fırında pişirmek üzere levrek, kayınvalidemler içinse tavada kızartılmak için dilimlenmiş palamut aldık. Bir de bol roka ve kırmızı soğan.

Hava bayağı serindi, fakat çarşı yine de kalabalıktı. Dönüşte demlenmiş çay bizi bekliyordu ki çok iyi geldi :)

Eve döndükten sonra oğlanları yatırıp, kendimize çerez, abur cubur, içicek hazırladık ve film izledik.
"The Prestige"i izlemenizi tavsiye ederim. Çok güzel bir filmdi ve süpriz bir sonla bitti :)
Biraz "The Illusionist"i andırıyor, sihirbazlık konusu yönünden, fakat yine de çok farklılar.

Pazar günü ise biraz kırıklığım vardı. Geç bir kahvaltıdan sonra, öğle-akşam yemeği şeklinde balıklarımızı yaptık.
Güzel bir sofra hazırlamıştım, ama makinamı cumartesi kayınvalidemlerde unuttuğumu anlayınca çekemedim:(

Eskiden balıkları limon, halka soğan, bazen patates ve maydanozla fırına verirdim. Şimdi ise sadece biraz zeytinyağı, su ve üzerlerine serpilmiş tane biber ile pişiriyorum. Bize böyle sade daha lezzetli gelmeye başladı. Yani balığın tadını tam alabiliyoruz. Yanında da mutlaka bol roka ve kırmızı soğan.

Bu sefer oğlumun balığının üzerindeki tane biberleri almamıştım. O da tabağına bakıp, "Balığımın niye bu kadar çok gözü var?" diye sorarak bizi güldürdü :)

Yemekten sonra kendimi iyice halsiz hissettim. Sofrayı kaldırdıktan sonra, eşime ben biraz yatacağım dedim. Miniği de yatırıp tam iki saat uyumuşum. Kalktığımda boğazım çok kötü ağırıyordu. Hala ağırıyor, ama düne göre biraz daha iyiyim.

Tabii bol bol uyuyup bir de çaylar filan içince, geceyi "Buzda dans" ile bitirebildim:)
Şimdi Zeynep Tokuş devam edecek mi, etmeyecek mi? İşte orayı tam anlayamadım.

Friday, February 16, 2007

Unutulmayan sözler




Moralim düzelmeye başladı. Buradan destek gördüğüm arkadaşlara da teşekkür ederim:)
Biliyorum, belki çok fazla içimi dökemedim. Ama biraz anlatmamla bile rahatladım.

Zaman zaman eski fotoğraflara bakmayı severim. Bazen eşimin, benim ve oğullarımın aynı yaşlara denk gelen resimlerimizi yan yana koyar, benzerlikler ararım.

Canlarım babalarına benzedikleri için, ben arada farklı bir tiple sırıtıyorum tabii.

Eşim bir gün, benim ilkokulda çekilen resmimi alıp uzun uzun bakmıştı.
Ve şöyle demişti "Seninle aynı sınıfta olsaydık, sana aşık olurdum."
Bu tek cümle beni kalbimden vurmuştu ve hala unutamıyorum.

Bana aldığı her hediyeden daha değerli söylediği bu cümle. Bunu kendisine de söyledim. Şaşırdı unutmamış olmama, ama çok hoşuna gitti böyle hissetmem.

Yukardaki resimde görülen orkidelerden birini yeni aldım, diğeri eski.
Biri canlı, diğeri yapma. Bilin bakalım hangisi canlı :)

Wednesday, February 14, 2007

Başsalığı dileyen herkese teşekkür ederim.

Günlerdir içimde fırtınalar kopuyor. Keyfsizim. Ama bunun babaannem ile ilgisi yok.
Buraya içimi dökeyim mi dökmeyeyim mi diye düşünüp duruyorum.

Babaannem, annem ve babamın ayrılması için neredeyse hayatı boyunca mücadele etmiş bir insandı. Bunu başaramadı. Fakat başardığı şey, kendi çocuklarının birbirleriyle görüşmemesi oldu. Amacına ulaşsaydı, ben ve kardeşim herhalde öksüz kalırdık.
Ve 3 yıl önce yaptığı şey de zaten onu o günden beri görmememe sebep oldu.

Herşeye rağmen nur içinde yatsın, allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

Beni üzen başka bir olay daha var.

Eşim beni yıllardır uyarmasına rağmen, birisine güvenim hep sonsuzdu. Eşim gözlerini aç, bu kadar kör olma demesine rağmen, ben ona inanırdım.

Çok safmışım (aslında burada kendime başka bir kelimeyi daha çok yakıştırıyorum).

İnsanlara hemen güveniyorum. Herkesi kendim gibi zannediyorum. Yaptığım iyiliklerden hiçbir zaman karşılık beklemem. Ve severek yardımcı olurum. Bana kazık atılsa da (ki bu kişiden kaçıncıydı), birkaç gün sonra unuturdum.

Fakat eşim haklı çıktı. Seni kıskanana güvenme derdi. Çok şey dedi.

Hatta bu duygularımı burada paylaşmamı da istemedi. O okur diye. Ama umrumda değil. Günlerdir içim huzursuz.

Zaten ucundan biraz yazmış oldum. Belki bu biraz rahatlatır beni..

Monday, February 12, 2007

Cuma günü babaannem vefat etti.
Dün toprağa verdik.

Uzun zamandır görememiştim kendisini.
Ona söylemek istediklerimi bir türlü toparlayamıyorum...

Wednesday, February 7, 2007

Hala sayılar uçuşuyor kafamda :)



Ben de sonunda yaptığım bir pastayı burada yayınlama şerefine erdim :)
YAĞMUR DAMLACIĞIMIN
kendi blogunda tarif ettiği aşure pastasını geçen gece yapıp, dün anneme götürdüm. Orada da afiyetle yedik. Tarif öyle güzel verilmiş ki, ilk kez yapmama rağmen hemen kıvamı tuttu.

***

Bugünlerde üzerimde bir uyuşukluk var :( Şu son bir haftadır hep yorgununm. Bir de belim inanılmaz ağrıyor kaç gündür. Miniğim gerçi çok ağır değil, 11 kg. Ama onu kucağıma alırken şimdilerde çok zorlanıyorum. Ve uzun süre biryerde oturunca da, hemen ayağa kalkamıyorum :(
Pek meyve ve sebze tüketmediğim için vitamin eksikliği de olabilir, bilemiyorum artık.

Hani moda olan şu "hiç yokmuş gibi" duran makyaj var ya, gece hiç de öyle durmuyor :)
Mutlaka kendini belli ediyor. Fakat ben birkaç gecedir onu görmemezlikten gelip, yüzümü temizleymedem yatıyorum.

Ancak sabah kalktığımda cilt bakımı yapabiliyorum. Çok kötü birşey biliyorum, ama yatmadan önce pek halim kalmıyor bugünlerde. Bir de ben pijamalarımı giyip uykuya geçmeden öncesine kadar makyajla dolaştığım için, daha erken de silmiyorum. Böyle olunca da sabaha kalıyor :(

***

Dün annemlere giderken, yolda oğlumla sohbet ediyorduk. Şu sıralar yaşlara takmış durumda. Herkese yaşını soruyor. Annem ona daha önceleri 19 yaşında olduğunu söylemiş. Benim saf da inanmış tabii ;)
Daha önce de bana daha ne kadar okula gideceğini sorduğunda, aşağı yukarı 24 yaşına kadar sürebilir eğitimin demiştim. "Aaaaa" (:-o) durumunda oldu :)
Dün ise nereden aklına geldiyse, bana madem anane 19 yaşında, niye okula gitmiyor diye sordu.

Sonra başladık hesaplamaya. Anne 30, 30 sayısı 19'dan büyük mü küçük mü. "Küçük". O halde anne mi büyük, anane mi? "Anne". Bu olabilir mi ? "Hayııır, kih, kih, kih". Demek ki anane 19 değil. "Kaç yaşında?". 30'dan büyük olmalı. Başladık saymaya, hesaplamaya. 30'un üzerine beşer beşer koyarak rakkamı yükselttik.
Bu konuşma oğlumun çok hoşuna gitti. Zaten sayılara karşı her zaman özel bir ilgisi vardı. Bunu bir oyun gibi algıladı :)
Ananenin peşini de bırakmadı, gerçek yaşını öğreniceğim diye. Sonunda öğrendi, içi rahat etti. Gözlerini açarak bana anane "35 miş" dedi.
Sonra yine başladık, 35 ile 30 arasında 5 yaş var. Yani senin yaşındayken anane beni doğurmuş dedim. Olabilir mi? "hayııır, kih, kih, kih. Böylece sürdü :)

Bu sabah kahvaltı ederken de, bana dün yaşlarla oynadığımız oyunu oynayalım dedi. Başladık bütün tanıdıklarımızın yaşlarını, yaş farklılıklarını hesaplamaya. Kahvaltısı biter bitmez benden bu kadar dedim :)
Sabah sabah rakkamları bir yere kadar çekebiliyorum :))

***

Yeni aldığım çantayı kullanmaya karar verdim dün. İçine neler sığdırabildiğme kendim de şaştım. Bir çanta zaten miniğe ait, benimkine de büyük oğlumun bir iki eşyasını koydum.

-Oğlumun hırkası
-Pastel boya çantası
-Cüzdanım
-Ev ve araba anahtarları
-Minik makyaj çantam
-El kremi
-Fotoğraf makinam
-Küçük şişe pürel
-Eşimin kemeri (dün deldirdim de:))
-Islak mendil
-Selpak mendil
-Deo-rolon
-Oyuncak firavun.

Bunları da unutmuşum ekleyeyim,
-4'lü Petit danone
-Bir poşette 1/2 kg mandalina (annemdekiler soğuk oluyor diye yanımda götürdüm)

Annem çantayı gördüğünde günün espirisini yaptı ve "Yeni heyben hayırlı olsun" dedi.
Bu açıklama da "çanta sobelemesi"ne döndü :)

Monday, February 5, 2007

Cuma günümüz de böyle geçti

Bakıyorum da bir önceki postumda perşembeye kadar geçen günleri bir güzel anlatmışım da, cumada kalmışım. E haksızlık etmeyelim cuma gününe ve o gün yaşananları da anlatayım. Miniği ananeye teslim ettikten sonra, büyük oğlumla Tepe Nautilus'a gittik. Orada eşimin kuzeni D. abla ve U. ile buluştuk. U. ve oğlum yaşıtlar ve de güzel anlaşıyorlar. Eltimin çarşamba günkü toplantısında onlar da vardı ve orada çocukları sinemaya götürme kararı almıştık. D. abla U.'nun annesi değil de teyzesi. Tatil nedeniyle birkaç günlüğüne teyzesinde kalacak.

D.abla eşimden birkaç yaş büyük. Benden de fazlasıyla birkaç yaş büyük. Fakat o kadar hoş ve genç ruhlu ki, gören en fazla 35 der. Bir de o kadar incecik ki, kotları filan giyince iyice genç duruyor. Çok da neşelidir. Onunla vakit güzel geçiyor.

Neyse, biz sinemanın önünde buluştuk, 2 saat sonrasına biletlerimizi aldık, sonra başladık dolanmaya. Hemen sinemanın yanında olduğu için, önce Marks and Spencer'a girdik. D.abla orada U.'ya ayakkabı filan baktı. Bizim oğlanlar etrafta kostururken, çocuk bölümündeki kitapları gördüler. U. Batman'ı, benimkisi de Spiderman'ı alıp yanımıza geldiler. Aldıkları şey ince bir boyama kitabıydı. Orta sayfasında ise stikerler var. Bunları alabilir miyiz diye sordular. D.abla tabii derken, ben almak istemedim. Çünkü evde çok var ve ilk sayfası boyandıktan sonra bir kenara atılacağını biliyorum. Anlattım, ama benimkisi dinlemedi. D. abla da ben alırım diye benim çekirdeğe yüz verince, ben de daha fazla birşey söylemedim. Onun ödemesine fırsat vermeden kendim aldım tabii. Ama her yerde ucuza satılan bu tür kitaplar M&Sp.'de 4-5 misli fiyatına satılınca, içime oturdu tabii.

Oradan yukarıya, oyun bölümüne gittik. Bizimkiler biraz bowling oynadılar. Sonra ben bu hafta sonu gideceğimiz arkadaşların çocuklarına birer hediye almak için Mothercare girdik. Mothercare'in ortasında birkaç oyuncak vs. var. Hepsi birarada toplanmış. Bizimkiler kedi gibi bu sefer oyuncakların etrafında dolandılar. Oğlum bu sefer gözüne dev bir suluboya seti kestirdi ve onu istedi. Aaa, noluyoruz diye kendime sordum. Bu çocuk böyle değildi diye. Tabii okullar açıldığından beri uzun zamandır onunla baş başa alışverişe çıkmamıştık. Çıktıysak da hafta sonları, babası da varken. Onun yanında böyle kaprisler yapmamıştı hiç.
Bu sefer direndim ve almadım. Bir iki söylendi, ağladı, sonra dükkandan çıkınca o da boşverdi :)

Sonra birşeyler yemek üzere yemek bölümüne yürüdük. Karınlarımızı doyurduktan sonra da D. abla "Nine West'e bir uğrayalım, benim beğendiğim çanta duruyor mu bir bakayım" dedi.
Şimdi Nine West'e girmeden önce şöyle söyleyeyim, D. ablanın inanılmaz bir çanta tutkusu var. Ve Nine West'teki çantaları çok beğenir. Neredeyse her sezon 5-6 çanta alması (belki daha da fazladır) yetmiyormuş gibi, bir de değişik renklerini alır. Bence Nine West D. ablaya artık özel birşeyler yapmalı :))

Cuma günü omuzunda taşıdığı çantayı mesela geçen hafta almış. Hem onu, hem de bordosunu. O zaman da gözüne zımbalı bir çanta daha kestirmiş, onu da almak istiyordu:)
Genelde çantaları çok hoş olduğu için ben de merak ettim ve gittik.



Resimde gördüğünüz çanta işte o beğendiği zımbalı çanta. Ben de ona uyarak siyahını aldım:) D. abla kahverengi olanını aldı.

Gerçi halının üzerinde, yani resimden büyüklüğü belli olmuyor. Ama o kadar büyük ki, normalde çantamda taşıdığım eşyalar bu çantanın dibinde azıcık yer tuttu. Bu çantanın içine daha neler sığmaz ki. Kitap, bebek bezi, hırka, suluk, pet şişe su ve daha neler.
Gerçi bu kadar büyük çanta kullanmamıştım hiç. Kullanışlı olur mu bilemiyorum. O yüzden etiketini koparmadım henüz. Belki daha küçük olan başka bir modelle değiştiririm..

Çantaları alıp kenara ayırttıktan sonra, filmimizin başlamasını beklemek üzere yine sinema katına çıktık. Neşeli Ayaklar'a girdik. Oğlanları bilemiyorum ama D. abla ve benim çok hoşumuza gitti :) Çok keyifle izledik.

Sinema çıkışı vedalaşmak zorunda kaldık, çünkü daha benim ufaklığı alacaktım.
İşte cuma günü de böyle geçti, haftayı da tamamlamış olduk. Aslında oğlumun birkaç yerde daha kaprisleri oldu da, şimdi onları yazıp tekrar canımı sıkmayayım. Bazen anlayamıyorum onu. Onun için güzel birşeyler organize ederken, o şımarıklığından mı yapıyor nedir. Geçen hafta eğlensin diye elimden geleni yaptım. Belki bu hafta biraz evde oturursa kendine gelir :P