Monday, February 26, 2007

Başlık Yok :))

Yine olmuş epey yazamayalı. Ama gerçekten de fırsat bulamadım. Bir ara boş vaktim oldu. Fakat nihayet sırası gelen bir "Grange" kitabına başladığım için, ve de heyecanın dorukta olduğu bölümlere geldiğim için, kitap okumayı tercih ettim :)
Gerçi aklım hala kitapta, yarıladım da. Fakat şu postu yazayım, döneceğim yine ona ve bitireceğim herhalde (eşimin arada yaptığı 'ne zevk alıyorsun böyle kitaplardan' yorumlarıyla birlikte).

Dün akşam, eşimle oturduk "Kanlı Elmas"ı izliyorduk. Gerçi yarısını bitirdik, yarısını da bu geceye bıraktık. Çocuklu olunca filmleri bazen ikiye, üçe bölüp dizi şeklinde izleyebiliyoruz ancak. Çünkü onlar yattıktan sonra izliyoruz, bazen de geç başlıyoruz, bu yüzden de bitiremiyoruz:(

Tabii eşim hemen, bak işte kadınların pırlanta merakı tatmin olsun diye oradaki insanlar, aileler neler çekiyor lafını kendine saklamadı, paylaştı benimle.
Ben de gerçekten üzüldüm.
Niye böyle bir konuşma geçti, onu da söyleyeyim. Filmi seyretmeden 3-4 gün önce, annem bana gelmişti. Hava da çok güzeldi. Ne yapalım edelim derken, ben hadi kuyumcuları gezelim dedim. Kopmuş iki zincirim ve kırılmış bir bilekliğim vardı. Amaç onları tamir ettirmek ve de kenarda takmadığım, fakat şimdi moda olan sarı mat renkteki zincirime bir uç bakmaktı. Hani şimdi orjinal, taşlı uçlar moda ya, onlardan bakacaktım.

Aslında öyle takıp takıştıran biri değilimdir. Ama beyaz altını, pırlantayı ve değişik zarif modelleri beğenirim. Kesinlikle takım şeklinde değil de, öyle birbirleriyle uyum içinde olan parçaları seçer takarım.

Neyse, dolaştık, girdik bir kuyumcuya. İki zincirim tamir edildi de, bilekliğim tam yay kısmından koptuğu için, ve kendine has motiflerle olduğu için, tamir yeri belli olur dediler. Ben de o zaman siz alın, ben bunun yerine birşey bakayım dedim. Ve yanımda getirdiğim diğer zinciri çıkartıp, ucuna kolye ucu baktım.
Sonunda bir tane zemini mat sarı, kenarları parlak sarı, üstünde beyaz yıldızlı ve yıldızların üstünde minik taşları olan bir uç beğendim. Zincirim de mat olduğu için, hoş durdu.

Sonra çıktık dolaştık, vitrinlere biraz daha baktık. Birşey almadığım sürece öyle kuyumcu vitrinlerine pek bakmadığımdan, yeni çıkan modelleri o gün gezerken ancak gördüm. Şu sıralar bilek için çok hoş zincirler var. Özellikle bir bileklik aklımda kaldı.
İşte ben böyle aklımda kalan bileklikten ve kolye ucumun yüzüğü de var, onu da alsam mı diye bahsedip dururken, bu filmi izleyince, eşim de yeri gelmişken değiniverdi.

Cuma günü ise ben miniği alıp anneme gittim. Teyzem de geldi, hoş vakit geçirdik. Büyük çekirdeğimin okulu annemin evine yakın olduğu için de, ona süpriz yapayım ve ben gidip alayım dedim.
Gelen velilerin ve (servis) hostes ablalarının beklediği camlı bir bölme var, yemek yedikleri alanın yanında. Biz orada beklerken, ufaklıklar İstiklal Marşı için sıralanmaya başladılar. Bizimkilerin ansınıfı binası büyüklerden ayrı olduğu için, karşımızda sadece 6 anasınıfı ve 4-5 yaş sınıfları vardı. Hepsi mini minacık, İstiklal Marşını okuyorlardı. Çok şekerdiler. Bu arada oğlumun üzüm üzüm gözlerle etrafına bakındığını, beni görünce yüzünün mutlulukla ışıldadığını, çoşkuyla bana el salladığını görmem de bana ayrı bir mutluluk yaşattı. Pek bir sevindi, servisle dönmeyeceği için.

Anneme gittik. Orada birşeyler yedi. Sonra miniği de eve alıp, yola çıktık.
Bu sefer de babaanneye gittik. Çünkü akşam için bizi ve eltimleri yemeğe çağırmıştı.
Her 15 günde bir Cuma akşamları yemeğe toplanırız annemlerde. Bu sefer S. teyze, G. hala da vardı. Yine güzel ve kalabalık bir Cuma gecesi geçirdik. Gecenin konusu, biz kadınlar arasında, eltimin ona her gün gelen yardımcısının attığı kazıktı. Allahım büyüksun, ne diyeyim :)

Bütün gece yerinde duramayan oğlum, eve dönünce ateşlendi. Cumartesi sabahı ateşi devam edince, miniği babaanneye bıraktık, doktora götürdük onu.
Şu sıralar 3. ateşlenmesi ve ara ara öksürüğü de var. Daha önceki ateşlenmelerde antibiotik vermiştik 2 kere, ama bu sefer bari kan ve idrar tahlili yaptıralım dedim, kendi kendime tabii. Ama doktorumuz böyle birşeye gerek duymadı. Birşeyi yok, ateşi virütik dedi. Havada varmış. Bünye zayıf düşünce de baş gösteriyor dedi. İlaç da yazmadı. Calpol kullansın 3 gün ve bol sıvı alsın dedi.
Çok sevindik çiddi birşeyin olmamasına. Fakat içim yine de rahat değil.

***

Dün başladığım yazıma bugün devam ediyorum. İzlediğimiz filmler gibi artık postum da yarım kalıyor:)

Dün okula göndermedim oğluşu. Pek bir mutlu oldu, evde kalacağım diye. Ya oğlum tam bir ev kuşu. Ya da okulda bu yaştaki çocuğa fazla yükleniyorlar. Anasınıfı olmasına rağmen birinci sınıflardan tek farkları okuma yazmaya geçmemiş olmaları.
07.20'de gidiyor. 17.30'da dönüyor. 18.00'da akşam yemeğini yiyiyor ve sonra başlıyor oyun oynamaya. Akşam babası geldiğinde onu sevmek istiyor, yanına çağırıyor. Bizimkisi "Zaten saat kollarını açtığında (21.15) yatacağım, şimdi vakit kaybetmeyeyim" diyor. Çocuğa evde geçirdiği zaman yetmiyor :(

Bugün ve yarın (okul gezisi olacağı için) de evde kalsın istiyorum. O da zaten dünden razı.

Neyse, biz gittik, döndük doktordan. Büyük oğluşu da babaanneye bıraktık.
Sonra eşim dedi ki, biraz gezelim. Almak istediği birkaç eşya vardı. Alışveriş de yaptık. Sonra uzun bir zamandır çin yemeği yemediğimizi fark eden eşim "Hadi çin yemeği yiyelim" dedi.
Onun "Çin yiyelim" demesi şu anlama geliyor: "Ben 6 adet çin böreği yiyeceğim."

Aylarca Tayvan'da yaşamış, iş için Hong Kong'a gidip gelen eşim, aslında çin yemeğinden nefret eder. Bir tek çin böreğini çok sever. Sadece böreği sevdiği için razı oluyor çin lokantasına girmeyi. Ben çin yemeğini çok severim. Hatta o gün abartıp çin usulü tavuk, erişte, mantı ve börek yedim.
Bir keresinde, eşimin en yakın arkadaşının doğumgünüydü. Eşi de ona süpriz bir doğumgünü yemeği hazırlamıştı. Biz arkadaşlar (8-10) kişi filandık, onlardan önce, eşinin yer ayırttığı çin lokantasına gidip, bize ayrılan üst kattaki özel bir bölmede (gerçekten de özeldi, motifli kağıt paravanlar filan vardı) onları bekledik.
Hoş bir süpriz ve karşılamadan sonra, masa donatıldı. Daha önce tatmadığım yiyecekleri de yeme fırsatım olmuştu:)
Bir ara herkes eşime bakmıştı. Çünkü geldiğinden beri sadece çin böreği yiyiyordu.
Saatlerce oturup yemiştik. Bir ara eşime sordmuştum, kaçıncıyı yiyiyorsun diye. Saymayı bıraktım demişti:)
Yani bu derece katıdır, ağızına tek bir lokma koymaz, börek dışında.

Nerden nereye gelmişim:)
Pazar günü ise eşimin teyzesine gittik. Yine kalabalıktık. Çünkü eşimin kuzeninin kız arkadaşıyla tanışacaktık. Yakında nişanlanacaklar da, onun için ailece tanıştık.
Şöyle kalabalık kalabalık otururken birden fark ettim ki, ailenin en kıdemli gelini benmişim. Yaşça en büyük değilim. Çünkü eltim ay farkıyla benden büyük. Fakat eşim ailenin ilk göz bebeği, ilk torun, yeğen olunca, haliyle de ilk o evlendi. Aramızdaki yaş farkından dolayı da yaşça büyük gelin olmaktan kurtarıyorum da, ama büyük gelin sıfatını yine de taşıyorum:)
Şimdide aileye katılacak olan son gelinimiz benden 4 yaş küçük. Çok hoş, kibar bir kız. Hepimiz hemen sevdik onu.
Artık bundan sonra çok gelin göreceğiz daha. Çünkü kuzenlerin evlilik yaşları geldi:)
Çok gelin diyorum çünkü eşimin 2 teyzesinin 2'şer oğulları var. Dayısının bir oğlu var. Benim bir erkek kardeşim var. Yani pazar günkü tanıştığımız gelin dışında daha 5 gelin gelecek inşallah :)
Ailede kız yok mu derseniz, tabii ki var. Kayınbiraderimle eltimin iki kızları var. İkisi de bizim oğlanlarla yaşıt :))

Pazartesi günü, yani dün, oğluşlarla oturduk evde.
Evimizin önündeki cadde ve kaldırımda iki haftadır çalışma olduğu için, oğluşlar hem camdan iş arabalarını izlediler, hem de evde mevcut olan iş arabalarıyla salonun ortasını inşaat alanına çevirdiler.
Caddemiz tamamen yenileniyor. Bütün kaldırıma ve sokağa yeni taşlar döşendi. Bu arada da sokağın başındaki telefon kutusuna da birşeyler yaptılar. Nitekim dün bütün gün telefon ve internet hattı kesikti.
Bu yüzden postuma ancak akşam başlayabildim ve haliyle bitiremedim. Çünkü daha önceden yarım kalmış filmin devamını izledik.

"Kanlı Elması" izliyorduk ya, bir şey dikkatimi çekti. Neden bütün oynadığı filmlerde Leonardo DiCaprio filmin sonunda ölüyor? Titanik'te öldü, Departed'de öldü, burada da öldü. Diğerlerini hatırlamıyorum, ama çoğunda böyle galiba.
Yazık oluyor ama çocuğa. Bizi de üzüyorlar yaa..

Bugün evde temizlik var. Ben de birazdan oğlanları alıp anneme gideceğim. Akşama kadar oradayım.
Herkese gecikmiş iyi haftalar dileği ...:)

Wednesday, February 21, 2007

Yine iş bitirdik :)



Gece gece eşimin ilaç dolabımızı düzenleyeceği tuttu.
Ben de elimde koca bir poşetle yanında dikildim, onun ayırdığı tarihi geçmiş ilaçları doldurdum poşete.
Dolap ağızına kadar ilaç doluydu ve aradığımızı biraz zor bulup, aynından tekrar alıyorduk :)
Maalesef bir sürü ilaç çöpe gitmek zorunda kaldı.
Eşim çocukların şuruplarını görünce isyan etti. Çünkü hepsinin işlevi aynı, sadece adları değişikti.
Ama ne yapayım. Doktorumuza her gittiğimizde bize başka bir ad yazıyordu.
Eşim de bu resmi print edip bana verdi. Çantanda dursun, doktora gittiğinde bizde bu şuruplar var diye gösterirsin dedi :)

Tuesday, February 20, 2007

Oğlumun kankaları :)



Bunlar da kim? Bunlar bugünlerde miniğin kankaları:)
Bunlarsız birşey yapılmıyor artık. Yaramazlıklarda bile üçü beraberler.
Ama mutlaka ikisi birarada eşlik etmeli miniğe. Öyle birtanesi ile yetinmek olmuyor. Yemek yerken bile ikisi mama sandalyesinin tepsisinde oturup, yanında olacak illaki. Arada bir bu iki kankanın da tadına bakmıyor değil. Acaba tadları değişti mi diye:)



Hmm, yine ses ve görüntü yok oldu. Kesin birşeyler karıştırıyor içerlerde. Pardon karıştırıyorlar :)
Zaten hep öyle oluyor. Ses varken merak etme. Ama sessizlik olduysa, şüphelen. Çünkü kesin işbaşındadır. Bir yerlerde birşeyler kurcalanıyordur muhakkak:) Hah, işte buldum sizi.



Oh, beyefendi girmiş odasına, çekmecelerini yine boşaltıyor. Kankalar da herzamanki gibi yanında, suça eşlik ediyorlar. Atmış onları da boş çekmecenin içine. Zavallılar kalakalmışlar öyle :))
Bugünlerde yeni hobimiz, aç çekmeceleri, boşalt.
Beyefendi biliyor da işini. Eğer giysi, örtü vs. ise fırlat yere. Ama bardak, çanak gibi narin şeyleri dikkatle yere bırakıyor.

Bir iki kere kırmıştı birşeyler. Fakat anında müdahele edip, cam gibi şeylerin kırılabileceğini öğrettim. O günden beri "hassas" davranıyor bu tip şeylere.
Büyük oğlum büyürken de hiçbir şeyin yerini ne değiştirdim, ne de ortadan kaldırmıştım. Sürekli başında durup, ellemesi sakıncalı olanları öğrettim. Hemen de öğreniyorlar zaten.
Böylece başka bir eve gittiğimizde de çok rahat ettim. Sakıncalı olan hiçbir şeye dokunmuyordu, dağıtmıyordu.
Şimdi küçüğe de aynı yöntemi uyguluyorum. Fakat bu biraz daha asi galiba.
Büyük bir zevkle çekmece dolap boşaltmaya devam ediyor :))

Monday, February 19, 2007

Sakin bir hafta sonu

Of :(((
Ne güzel uzun uzun yazmıştım, bu hafta sonumun nasıl geçtiğini, izlediğim filmi vs.
Sonra ne oldu, kaydetmeyince, bir hata yaptım ve uçtu gitti post ;(

Yine uzun uzun yazmak isterdim, ama özet geçeceğim.

Plansız programsız, sakin bir hafta sonu geçirdik.
Cumartesi günü kayınvalidem bizi yemeğe çağırdı. Zaten oğlumun da içine doğmuş gibi sabah kalkar kalkmaz babaannemlere gidelim mi diye sormuştu:)

Orada, güzel vakit geçirip, yiyip içtikten sonra, eşime dedim ki, hadi çarşıya inelim, hem yarın için balık alırız, hem de dolaşırız biraz.

Çocuklar babaanneleri ve dedeleri ile güzel güzel oynarken, biz çıktık eşimle.
(Kısa yazınca da oluyormuş:) Buraya gelene kadar iki katı filan yazmıştım:))

Çarşıda biraz dolaştık, sonra alışverişlerimizi yaptık.
Kendimiz için fırında pişirmek üzere levrek, kayınvalidemler içinse tavada kızartılmak için dilimlenmiş palamut aldık. Bir de bol roka ve kırmızı soğan.

Hava bayağı serindi, fakat çarşı yine de kalabalıktı. Dönüşte demlenmiş çay bizi bekliyordu ki çok iyi geldi :)

Eve döndükten sonra oğlanları yatırıp, kendimize çerez, abur cubur, içicek hazırladık ve film izledik.
"The Prestige"i izlemenizi tavsiye ederim. Çok güzel bir filmdi ve süpriz bir sonla bitti :)
Biraz "The Illusionist"i andırıyor, sihirbazlık konusu yönünden, fakat yine de çok farklılar.

Pazar günü ise biraz kırıklığım vardı. Geç bir kahvaltıdan sonra, öğle-akşam yemeği şeklinde balıklarımızı yaptık.
Güzel bir sofra hazırlamıştım, ama makinamı cumartesi kayınvalidemlerde unuttuğumu anlayınca çekemedim:(

Eskiden balıkları limon, halka soğan, bazen patates ve maydanozla fırına verirdim. Şimdi ise sadece biraz zeytinyağı, su ve üzerlerine serpilmiş tane biber ile pişiriyorum. Bize böyle sade daha lezzetli gelmeye başladı. Yani balığın tadını tam alabiliyoruz. Yanında da mutlaka bol roka ve kırmızı soğan.

Bu sefer oğlumun balığının üzerindeki tane biberleri almamıştım. O da tabağına bakıp, "Balığımın niye bu kadar çok gözü var?" diye sorarak bizi güldürdü :)

Yemekten sonra kendimi iyice halsiz hissettim. Sofrayı kaldırdıktan sonra, eşime ben biraz yatacağım dedim. Miniği de yatırıp tam iki saat uyumuşum. Kalktığımda boğazım çok kötü ağırıyordu. Hala ağırıyor, ama düne göre biraz daha iyiyim.

Tabii bol bol uyuyup bir de çaylar filan içince, geceyi "Buzda dans" ile bitirebildim:)
Şimdi Zeynep Tokuş devam edecek mi, etmeyecek mi? İşte orayı tam anlayamadım.

Friday, February 16, 2007

Unutulmayan sözler




Moralim düzelmeye başladı. Buradan destek gördüğüm arkadaşlara da teşekkür ederim:)
Biliyorum, belki çok fazla içimi dökemedim. Ama biraz anlatmamla bile rahatladım.

Zaman zaman eski fotoğraflara bakmayı severim. Bazen eşimin, benim ve oğullarımın aynı yaşlara denk gelen resimlerimizi yan yana koyar, benzerlikler ararım.

Canlarım babalarına benzedikleri için, ben arada farklı bir tiple sırıtıyorum tabii.

Eşim bir gün, benim ilkokulda çekilen resmimi alıp uzun uzun bakmıştı.
Ve şöyle demişti "Seninle aynı sınıfta olsaydık, sana aşık olurdum."
Bu tek cümle beni kalbimden vurmuştu ve hala unutamıyorum.

Bana aldığı her hediyeden daha değerli söylediği bu cümle. Bunu kendisine de söyledim. Şaşırdı unutmamış olmama, ama çok hoşuna gitti böyle hissetmem.

Yukardaki resimde görülen orkidelerden birini yeni aldım, diğeri eski.
Biri canlı, diğeri yapma. Bilin bakalım hangisi canlı :)

Wednesday, February 14, 2007

Başsalığı dileyen herkese teşekkür ederim.

Günlerdir içimde fırtınalar kopuyor. Keyfsizim. Ama bunun babaannem ile ilgisi yok.
Buraya içimi dökeyim mi dökmeyeyim mi diye düşünüp duruyorum.

Babaannem, annem ve babamın ayrılması için neredeyse hayatı boyunca mücadele etmiş bir insandı. Bunu başaramadı. Fakat başardığı şey, kendi çocuklarının birbirleriyle görüşmemesi oldu. Amacına ulaşsaydı, ben ve kardeşim herhalde öksüz kalırdık.
Ve 3 yıl önce yaptığı şey de zaten onu o günden beri görmememe sebep oldu.

Herşeye rağmen nur içinde yatsın, allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

Beni üzen başka bir olay daha var.

Eşim beni yıllardır uyarmasına rağmen, birisine güvenim hep sonsuzdu. Eşim gözlerini aç, bu kadar kör olma demesine rağmen, ben ona inanırdım.

Çok safmışım (aslında burada kendime başka bir kelimeyi daha çok yakıştırıyorum).

İnsanlara hemen güveniyorum. Herkesi kendim gibi zannediyorum. Yaptığım iyiliklerden hiçbir zaman karşılık beklemem. Ve severek yardımcı olurum. Bana kazık atılsa da (ki bu kişiden kaçıncıydı), birkaç gün sonra unuturdum.

Fakat eşim haklı çıktı. Seni kıskanana güvenme derdi. Çok şey dedi.

Hatta bu duygularımı burada paylaşmamı da istemedi. O okur diye. Ama umrumda değil. Günlerdir içim huzursuz.

Zaten ucundan biraz yazmış oldum. Belki bu biraz rahatlatır beni..

Monday, February 12, 2007

Cuma günü babaannem vefat etti.
Dün toprağa verdik.

Uzun zamandır görememiştim kendisini.
Ona söylemek istediklerimi bir türlü toparlayamıyorum...

Wednesday, February 7, 2007

Hala sayılar uçuşuyor kafamda :)



Ben de sonunda yaptığım bir pastayı burada yayınlama şerefine erdim :)
YAĞMUR DAMLACIĞIMIN
kendi blogunda tarif ettiği aşure pastasını geçen gece yapıp, dün anneme götürdüm. Orada da afiyetle yedik. Tarif öyle güzel verilmiş ki, ilk kez yapmama rağmen hemen kıvamı tuttu.

***

Bugünlerde üzerimde bir uyuşukluk var :( Şu son bir haftadır hep yorgununm. Bir de belim inanılmaz ağrıyor kaç gündür. Miniğim gerçi çok ağır değil, 11 kg. Ama onu kucağıma alırken şimdilerde çok zorlanıyorum. Ve uzun süre biryerde oturunca da, hemen ayağa kalkamıyorum :(
Pek meyve ve sebze tüketmediğim için vitamin eksikliği de olabilir, bilemiyorum artık.

Hani moda olan şu "hiç yokmuş gibi" duran makyaj var ya, gece hiç de öyle durmuyor :)
Mutlaka kendini belli ediyor. Fakat ben birkaç gecedir onu görmemezlikten gelip, yüzümü temizleymedem yatıyorum.

Ancak sabah kalktığımda cilt bakımı yapabiliyorum. Çok kötü birşey biliyorum, ama yatmadan önce pek halim kalmıyor bugünlerde. Bir de ben pijamalarımı giyip uykuya geçmeden öncesine kadar makyajla dolaştığım için, daha erken de silmiyorum. Böyle olunca da sabaha kalıyor :(

***

Dün annemlere giderken, yolda oğlumla sohbet ediyorduk. Şu sıralar yaşlara takmış durumda. Herkese yaşını soruyor. Annem ona daha önceleri 19 yaşında olduğunu söylemiş. Benim saf da inanmış tabii ;)
Daha önce de bana daha ne kadar okula gideceğini sorduğunda, aşağı yukarı 24 yaşına kadar sürebilir eğitimin demiştim. "Aaaaa" (:-o) durumunda oldu :)
Dün ise nereden aklına geldiyse, bana madem anane 19 yaşında, niye okula gitmiyor diye sordu.

Sonra başladık hesaplamaya. Anne 30, 30 sayısı 19'dan büyük mü küçük mü. "Küçük". O halde anne mi büyük, anane mi? "Anne". Bu olabilir mi ? "Hayııır, kih, kih, kih". Demek ki anane 19 değil. "Kaç yaşında?". 30'dan büyük olmalı. Başladık saymaya, hesaplamaya. 30'un üzerine beşer beşer koyarak rakkamı yükselttik.
Bu konuşma oğlumun çok hoşuna gitti. Zaten sayılara karşı her zaman özel bir ilgisi vardı. Bunu bir oyun gibi algıladı :)
Ananenin peşini de bırakmadı, gerçek yaşını öğreniceğim diye. Sonunda öğrendi, içi rahat etti. Gözlerini açarak bana anane "35 miş" dedi.
Sonra yine başladık, 35 ile 30 arasında 5 yaş var. Yani senin yaşındayken anane beni doğurmuş dedim. Olabilir mi? "hayııır, kih, kih, kih. Böylece sürdü :)

Bu sabah kahvaltı ederken de, bana dün yaşlarla oynadığımız oyunu oynayalım dedi. Başladık bütün tanıdıklarımızın yaşlarını, yaş farklılıklarını hesaplamaya. Kahvaltısı biter bitmez benden bu kadar dedim :)
Sabah sabah rakkamları bir yere kadar çekebiliyorum :))

***

Yeni aldığım çantayı kullanmaya karar verdim dün. İçine neler sığdırabildiğme kendim de şaştım. Bir çanta zaten miniğe ait, benimkine de büyük oğlumun bir iki eşyasını koydum.

-Oğlumun hırkası
-Pastel boya çantası
-Cüzdanım
-Ev ve araba anahtarları
-Minik makyaj çantam
-El kremi
-Fotoğraf makinam
-Küçük şişe pürel
-Eşimin kemeri (dün deldirdim de:))
-Islak mendil
-Selpak mendil
-Deo-rolon
-Oyuncak firavun.

Bunları da unutmuşum ekleyeyim,
-4'lü Petit danone
-Bir poşette 1/2 kg mandalina (annemdekiler soğuk oluyor diye yanımda götürdüm)

Annem çantayı gördüğünde günün espirisini yaptı ve "Yeni heyben hayırlı olsun" dedi.
Bu açıklama da "çanta sobelemesi"ne döndü :)

Monday, February 5, 2007

Cuma günümüz de böyle geçti

Bakıyorum da bir önceki postumda perşembeye kadar geçen günleri bir güzel anlatmışım da, cumada kalmışım. E haksızlık etmeyelim cuma gününe ve o gün yaşananları da anlatayım. Miniği ananeye teslim ettikten sonra, büyük oğlumla Tepe Nautilus'a gittik. Orada eşimin kuzeni D. abla ve U. ile buluştuk. U. ve oğlum yaşıtlar ve de güzel anlaşıyorlar. Eltimin çarşamba günkü toplantısında onlar da vardı ve orada çocukları sinemaya götürme kararı almıştık. D. abla U.'nun annesi değil de teyzesi. Tatil nedeniyle birkaç günlüğüne teyzesinde kalacak.

D.abla eşimden birkaç yaş büyük. Benden de fazlasıyla birkaç yaş büyük. Fakat o kadar hoş ve genç ruhlu ki, gören en fazla 35 der. Bir de o kadar incecik ki, kotları filan giyince iyice genç duruyor. Çok da neşelidir. Onunla vakit güzel geçiyor.

Neyse, biz sinemanın önünde buluştuk, 2 saat sonrasına biletlerimizi aldık, sonra başladık dolanmaya. Hemen sinemanın yanında olduğu için, önce Marks and Spencer'a girdik. D.abla orada U.'ya ayakkabı filan baktı. Bizim oğlanlar etrafta kostururken, çocuk bölümündeki kitapları gördüler. U. Batman'ı, benimkisi de Spiderman'ı alıp yanımıza geldiler. Aldıkları şey ince bir boyama kitabıydı. Orta sayfasında ise stikerler var. Bunları alabilir miyiz diye sordular. D.abla tabii derken, ben almak istemedim. Çünkü evde çok var ve ilk sayfası boyandıktan sonra bir kenara atılacağını biliyorum. Anlattım, ama benimkisi dinlemedi. D. abla da ben alırım diye benim çekirdeğe yüz verince, ben de daha fazla birşey söylemedim. Onun ödemesine fırsat vermeden kendim aldım tabii. Ama her yerde ucuza satılan bu tür kitaplar M&Sp.'de 4-5 misli fiyatına satılınca, içime oturdu tabii.

Oradan yukarıya, oyun bölümüne gittik. Bizimkiler biraz bowling oynadılar. Sonra ben bu hafta sonu gideceğimiz arkadaşların çocuklarına birer hediye almak için Mothercare girdik. Mothercare'in ortasında birkaç oyuncak vs. var. Hepsi birarada toplanmış. Bizimkiler kedi gibi bu sefer oyuncakların etrafında dolandılar. Oğlum bu sefer gözüne dev bir suluboya seti kestirdi ve onu istedi. Aaa, noluyoruz diye kendime sordum. Bu çocuk böyle değildi diye. Tabii okullar açıldığından beri uzun zamandır onunla baş başa alışverişe çıkmamıştık. Çıktıysak da hafta sonları, babası da varken. Onun yanında böyle kaprisler yapmamıştı hiç.
Bu sefer direndim ve almadım. Bir iki söylendi, ağladı, sonra dükkandan çıkınca o da boşverdi :)

Sonra birşeyler yemek üzere yemek bölümüne yürüdük. Karınlarımızı doyurduktan sonra da D. abla "Nine West'e bir uğrayalım, benim beğendiğim çanta duruyor mu bir bakayım" dedi.
Şimdi Nine West'e girmeden önce şöyle söyleyeyim, D. ablanın inanılmaz bir çanta tutkusu var. Ve Nine West'teki çantaları çok beğenir. Neredeyse her sezon 5-6 çanta alması (belki daha da fazladır) yetmiyormuş gibi, bir de değişik renklerini alır. Bence Nine West D. ablaya artık özel birşeyler yapmalı :))

Cuma günü omuzunda taşıdığı çantayı mesela geçen hafta almış. Hem onu, hem de bordosunu. O zaman da gözüne zımbalı bir çanta daha kestirmiş, onu da almak istiyordu:)
Genelde çantaları çok hoş olduğu için ben de merak ettim ve gittik.



Resimde gördüğünüz çanta işte o beğendiği zımbalı çanta. Ben de ona uyarak siyahını aldım:) D. abla kahverengi olanını aldı.

Gerçi halının üzerinde, yani resimden büyüklüğü belli olmuyor. Ama o kadar büyük ki, normalde çantamda taşıdığım eşyalar bu çantanın dibinde azıcık yer tuttu. Bu çantanın içine daha neler sığmaz ki. Kitap, bebek bezi, hırka, suluk, pet şişe su ve daha neler.
Gerçi bu kadar büyük çanta kullanmamıştım hiç. Kullanışlı olur mu bilemiyorum. O yüzden etiketini koparmadım henüz. Belki daha küçük olan başka bir modelle değiştiririm..

Çantaları alıp kenara ayırttıktan sonra, filmimizin başlamasını beklemek üzere yine sinema katına çıktık. Neşeli Ayaklar'a girdik. Oğlanları bilemiyorum ama D. abla ve benim çok hoşumuza gitti :) Çok keyifle izledik.

Sinema çıkışı vedalaşmak zorunda kaldık, çünkü daha benim ufaklığı alacaktım.
İşte cuma günü de böyle geçti, haftayı da tamamlamış olduk. Aslında oğlumun birkaç yerde daha kaprisleri oldu da, şimdi onları yazıp tekrar canımı sıkmayayım. Bazen anlayamıyorum onu. Onun için güzel birşeyler organize ederken, o şımarıklığından mı yapıyor nedir. Geçen hafta eğlensin diye elimden geleni yaptım. Belki bu hafta biraz evde oturursa kendine gelir :P

Thursday, February 1, 2007

Aaa, hafta bitiyor !



Uzun zamandır yazamadım yine. Ama günler öyle hızlı geçiyor ki. Oğlum tatile girecek derken, yarıladık nerdeyse tatili:)

Geçtiğimiz hafta sonu IKEA'daydık. Çocukların odasına almak istediğim birkaç şey vardı. Kendim için de beyaz sepetler, bambular ıvır zıvırlar aldım :)

Ufaklığın da odasında bir açıklık vardı. Abisinin eski oyuncak kutuları duruyordu. Fakat çok düzensizdi. Benim de hep gözüme battığı için, balkon ile kapı arasındaki duvara birşeyler düşünüp duruyordum. Fakat dolap ya da kitaplık gibi birşey istemedim. Daha kullanışlı ve pratik olsun derken IKEA'nın dergisinde bu kutulu dolap tarzı sistemi görmüştüm.

Biz de gittik aldık. İçindeki kutuları kendi zevkinize göre renk ve boyda seçebiliyorsunuz. Bir de ahşap rengi de vardı. Fakat benim beyaz takıntım olduğu için, beyaz iskeleti aldım:)

Aldıkta, öyle hazır bir şekilde değildi tabii. IKEA'ya gittiğiniz zaman, çok güzel dekore edilmiş odalar, salonlar ve ofisler arasından geçiyorsunuz. Taşıyabildiğiniz ufak tefek eşyaları arabayla kasaya kadar götürebiliyorsunuz. Fakat daha büyük eşyaları, kasalara gelmeden önce depo gibi bir yerden kendiniz seçiyorsunuz. Yani her yerde not almak için duran ufak kalem ve kağıtları kullanarak, beğendiğiniz ve almak istediğiniz malın kodunu yazıyorsunuz. Çıkışta da kutulanmış halde olan eşyaların koduna bakarak alıyorsunuz. Eve getirdikten sonra da oturup kendiniz monte ediyorsunuz. Koltuk, dolap gibi daha büyük mobilya ve eşyalar için nakliyat da var.

Biz de pazar günümüzü ufaklığın bu oyuncak saklama kutu-dolap zımbırtısını birleştirmekle geçirdik. Bir de eşya odasına aldığımız 12 sepetli tel sistem var. Onunla da uğraştık.

Resimde basit gözüküyor. Fakat 50 adet ufak tahta parçacıkları minik deliklere sokup, plakaları birbirlerine geçirdikten sonra bir de bi o kadar vida filan çevirmek zorunda kaldık. Bir de kutuların geçmesi için raylar var, resimde de gözüküyor. Onların her birini de tek tek vidaladık.

Ama çok eğlendik. Eşim bayağı bir yoruldu. Çünkü kendisine iş gücünden çok lakırdı gücüyle destek olabildim. 2 vida çevirdiysem, ay yoruldum durumlarındaydım :)

Bu iş bittikten sonra, büyük oğlumun odasındaki bütün oyuncakları ayıracaktım. Fakat yemek arasından (tabak tabak mantıdan sonra yani)sonra, ağırlık çöktüğü için, bu işi pazartesiye bıraktım. Sömester tatili nedeniyle oğlum da evde olduğu için bir gün de öyle geçer diyerekten:)

Pazartesi günü oyuncakları ayırdık. Fakat saatler sürdü. Ne kadar çok oyuncak birikmiş yine. Zaten her yaz başında ayıklayıp, bir kısmını yazlağa götürüyoruz. Gerçi yazları oğlum bahçede ve havuzda yaşadığı için, öyle oyuncak aradığı yok. Ama bu yaz minik için iyi oldu götürmemiz.

Dört koli eski oyuncak indirdim tepelerden. Hepsi miniğe göre şimdi. Zaten ona oyuncak filan aldığımız yok. Aralarından en sağlam, eksiksiz ve güzel olanları seçip, gördüğünüz kutulara doldurdum. Geri kalanı ayırdım. Sonra büyük oğlum kendisi oyuncak seçti. Odasındaki iki sandığı doldurmasına izin verdim. Geri kalanları yine ayırdık.
Yine IKEA'dan aldığım desenli kutulara Puzzleleri, oyunları, kartlarını vs. dizdik ve güzel bir şekilde kütüpanesine yerleştirdik. Her şeyi kategorilere ayırdık (gerçi bu yüzüncü ayırışımdır) ve sığmayanları yine kenara koyduk. Yatağının altındaki kutuları elden geçirdik. Sadece rayları tam olan trenler kaldı. 6 adet sarı iş arabası, kamyonu, vinçi filan kütüpanesinin tepesinde sıralandı.

Dergileri, defterleri, boya kitapları vs. kutularıyla aynı desende olan dergiliklere kondu. Sonuç olarak bir sürü renkte ve desende kutular oldu. Fakat çok hoş ve düzenli gözüküyor. Aradığını da hemen buluyor artık :)

Baktığımda, 4 büyük torba oyuncak çıktı. Ben de bunları Salı günü bize gelen yardımcıma verdim. Oğluyla yeğenleri paylaşıp alsınlar diye.

Salı günü annemlere gittik. Bütün gün oradaydık.

Çarşamba günü ise birkaç kişi eltimlerde toplaştık. Boy boy çocuk vardı. Azıp durdular:)
Eltim nefis bir kiş ve browni yapmıştı. Birçok şey daha yaptı, fakat bu ikisini onda ilk defa yedim ve müthişti. Browniyi pek sevmem aslında. Fakat eltimin yaptığı çok güzel olmuştu, bayıldım. Tarifini aldım ve deneyeceğim. Ama YAĞMUR DAMLASI'ndaki aşure pastasını yaptıktan sonra :)) İlk onu yapacağım, evde olduğum bir gün.

Bugün ise oğlumun sınıf arkadaşının doğumgünü partisine gittik. Oğlumun sınıf arkadaşının bir yan sınıfta bir de ikizi var. Kendi sınıfındakilerle o sınıfdaki çocuklar, bir de ablalarının arkadaşları ile elliye yakın çocuk filan vardı. Bir de çocukları getiren büyüklerle beraber neredeyse düğün havasında geçti:)
Ama eğlendik, güzel bir gündü:)

Yarın ise eşimin kuzeniyle oğullarımızı sinemaya götüreceğiz. Penguenlere:)
Öncesinde bir fast food öğle yemeği, sonra sinema.

Böylece bu haftayı bitirmiş olacağız. Valla göz açıp kapayıncaya kadar geçti hafta. Oysa gözümde ne kadar büyütmüşüm, benim çekirdekler birbirlerini yiyecek diye. Genelde küçük büyüğün oyununa karıştığı için kavga çıkıyor. Çıkaran büyük, küçüğün pek anladığı yok daha. Ama abisinin peşinden ayrılmamakta ısrarlı:)

Ama gittik geldik, o yattı bu kalktı, bu yattı o kalktı derken de bir bakmışız akşam olmuş ve babamız dönmüş (babamız allahtan erken eve dönüyor). Çünkü o evdeyken bizim kurtlar kuzu oluyor da :) İşte böyle.

Bu arada miniğin duvar rengi bir garip yeşil ya, öyle gözükmüyor, gerçekten de öyle :))
Abisinin odası mavi beyaz, klasik pastel erkek odası olunca, minikte değişiklik olsun diye renkli renkli olsun istedim, öyle de oldu. Yeşil, kırmızı, beyaz, mavi, lacivert şeklinde rengarenk :)

Bu kutular da çok pratik oldu. Çek oyna kaldır. Çek bak ne nerde. Çek boşalt, çek boşalt, çek boşalt. Sürekli bu durumdayız. Henüz toplamak bana düşüyor. Fakat yavaştan o da toplamaya alıştı.