Sunday, December 31, 2006

İyi bayramlar ve mutlu yıllar

Friendster images




2007 yılının hepimize uğurlu gelmesi ve tüm dileklerimizin gerçekleşmesi umuduyla mutlu yıllar ve iyi bayramlar dilerim.

Friday, December 29, 2006

Haksızlık bu!



Böyle yamuk bir duruş çıkmış, ama karşımdaki aynadan çekmeye çalışınca, arkamdaki kapıya biraz fazla yaslanmışım. Bir de resim çekerken illa ki bir yerden destek almalıyım. Yoksa fena titretiyorum:)

Neyse, gelelim konuya:) Birkaç gündür resimde gördüğünüz eteğe bir üst arıyorum.
Etek annemin. Yani çok eski. Fakat ben bayıldım ve de bu sene böyle tafta etekler moda olunca da üstüne kondum. Şu an ütüsüz, ama daha bayrama var:) Evet, bayramda giymeyi düşünüyorum.
Annem bunun üzerine siyah dantel bir bluz giyermiş. Bana da gösterdi. Ama dantel pek tarzım değil. Ben şimdi bunun üzerine kolsuz ya da kısa kollu siyah saten bir bluz arıyorum.

Daha önceki resimlerde siyah kolsuz bir bluz göstermiştim ya, hani Zara'dan aldığım, onu bu eteğin üstüne düşünmüştüm. Ama yakışmadı.
Bugün kendime son bir şans daha vereceğim. Ama bu sefer eteği yanıma alıp, öyle deneyeceğim.

Nerden nereye geldim. Asıl bahsetmek istediğim başka bir şey var. Ben geçen gün fellik fellik siyah bluz ararkan, yanıma biri yaklaştı.
"Ayçiçeği, sen misin?" diye sorduğunda, dönüp baktım ve orta okul 1'den lise sona kadar beraber okuduğumuz sınıf arkadaşım S.'yı gördüm. Hatta 6 yıl boyunca da aynı duraktan servise binerdik. Çok iyi bir çocuktu. Üniversiteyi İstanbul dışında okuyunca, gruptan koptu biraz.

Gerçekten de gördüğüme sevindiğim bir kişi. Bazılarını görmemezlikten gelebilirim de, neyse.
Hiç değişmediğimi söyledi. Çoluk çocuğa karıştığımı diğer arkadaşlardan duymuş. Ayak üstü sohbet ettik. O da hiç değişmemişti. Yanında kız arkadaşı da vardı. Ama yaşıtımız değildi. Bizden en az bir beş yaş daha küçük duruyordu.

Sonra şöyle göz ucuyla mağzadaki aynaya bakınca, birşey fark ettim. Ben 31 yaşındayım, arkadaşım S. de 31. Beraber büyürken aynı gösteriyorduk, ama şimdi nedense ondan daha büyük gösteriyordum.
Sonra aklıma eşimin birzamanlar söylemiş olduğu birşey geldi. Kendisi benden 7 yaş büyüktür ve kendi yaşıtı olan arkadaşlarıyla birarada olduğumuzda, yaşıtı olan bayanlardan eşim daha genç duruyor. Şöyle demişti, yaşıt olan kadın ve erkekten kadınlar, zaman geçtikçe daha çabuk çökerlermiş. Bu lafı hiç ciddiye almamıştım. Ta ki aynada arkadaşımla yanyana görünce kendimi. Tabi yanımızda çıtır bir kızın olması da görsel bir etki yarattı. Ama ben bu duruma çok bozuldum.

Niye, çünkü aklıma hemen eşlerini terk edip, daha genç kadınlara giden erkekler geldi. Nerden çıkt şimdi demeyin, aylardır gazetelerde okumuyor muyuz? İşadamları sürekli eşlerini terkedip, daha genç birine gidiyor.

Sabah sabah moralimi bozmayayım şimdi:) Ama kadınların erkeklerden daha çabuk yıpranması haksızlık değil mi? Tamam, çocuk doğurmak, büyütmek, aynı zamanda ev ve iş kadını olmak vs. kolay değil. Az bir yük binmiyor omuzlarımıza. Ama yine de haksız buluyorum.

Dediğim gibi. Bugün kendime son bir şans daha veriyorum. İstediğim gibi bir bluz bulursam, ne mutlu bana. Aksi takdirde eteğimi giyemeyeceğim.

Bu arada, geçen gün bu eteği denediğimde, eşim gördü ve "bu da ne, annenden mi kalma" dedi. Ben de "aynen öyle" diyince çok komik oldu. Bu soruyu sorduğuna göre pek beğenmedi eteği anlaşılan. Ama ben çok sevdim. Bakalım benim mi, eşimin mi bu konuda sansı yaver gidecek :))

Tuesday, December 26, 2006

Bale sorunumuz + Bavul hazırlama = İkisi bir arada!

Pazartesi günü gittim, görüştüm oğlumun bale öğretmeniyle. Çok cici bir bayan, tam bir profesyonel:)
Derste, şu sıralar bir gösteri için çalışma yapıyorlarmış. Ve de biraz zor hareketlermiş, ama öyle onların yapamayacağı cinsten değilmiş. Biraz da disiplinli geçiyormuş dersler, öyle anaokulu lay lay lomu olmuyormuş bale derslerinde.

Şimdi kar yağmaya başladı, daldım bir ara. Neyse, devam edelim.
Oğlumun bu sıkıntılarını duyunca çok şaşırdı. Çünkü derste çok uyumlu olduğunu, her söyleneni yaptığını, bir sıkıntısını şimdiye kadar dile getirmediğini, hatta hareketleri de doğru yaptığını söyledi. Açıkcası bunları duyduğumda ben de şaşırdım. Sonra sınıf öğretmeniyle de konuştuk. Meğer oğlum evde olduğundan daha farklıymış okulda. Yaptığı işlerde çok titizleniyormuş. Bir de duygusal olduğu için (bu özelliğini çok iyi biliyorum:)), sıkıntılarını kolay dile getiremiyormuş. Hem titiz, hem de aynı zamanda yaptığının mükemmel olmasını istiyormuş.

Bale dersinde de öğretmen bunlara zor hareketler yapıyoruz diyince, bizimki kendini yiyip bitirmiş, acaba ben iyi yapıyor muyum diye. Öğretmenleri de tek tek övmeyip, bütün sınıfa ders bitiminde hepiniz çok iyidiniz diyince de, bizimki pek üstüne alamamış. Kafasında kuruntu yapmış. En son da dün patlak verdi işte ve ağladı, bale var diye.
Öğretmeni benimle konuştuğuna çok memnun oldu. Derste oğlumla konuşacağını söyledi.
Ben tabii heyecanla oğlumun okuldan dönmesini bekledim.

Döndüğünde yüzünde güller açıyordu. Çok mutluydu. Öğretmeni onunla konuşmuş. Hareketleri çok güzel ve de doğru yaptığını söylemiş. Yani derste biraz pohpohlamış. Oğlum da anında dünyanın en mutlu çocuğu oluvermiş. Sonra ben öğretmenini arayıp konuştuğumda, öğretmeni, başka bir dersten çıktıklarında, oğlumun kendisini koridorda görüp koşarak yanına geldiğini ve "sizi öpebilir miyim?" dediğini söyledi. Ve öğretmenine sarılıp öpmüş onu.

Düşünüyorum da, oğlumun doğuştan gelen birtakım özellikleri, huyları var. Bunları değiştiremeyiz. Belki bir gün herşey bu kadar basit halledilmeyebilinir. Hatta yine çok üzülebilir, kendi içinde fırtınalar yaşayabilir. Bilemiyorum artık. Ama biraz daha büyüdüğünde dilerim ki, kendi sorunlarıyla başa çıkmasını becerebilir. Biraz özgüven eksikliği ile duygusallığına bir de herşey mükemmel olsun kaygısı eklenince, bayağı bir stres yaşamış oğlum haftalardır.
Bu şikayetini ilk dile getirdiğinde, pek umursamamıştım doğrusu. Yani bale dersini sevmemiştir, olabilir dedim. Birkaç kere derse girmek istemiyorum da demişti. Ama bunları da çok ciddiye almamıştım. Çünkü bugün bale, yarın başka bir ders olabilir diye hemen müdahele etmek istememiştim. Ama sonunda hüngür hüngür ağlayınca, bu işte birşey var diyip, gittim okula.

Sorun çok basitçe halledildi. Eğer halledilmeseydi, oğlum dersten, öğretmenden hatta okulundan soğabilirdi. Ama şimdi çok mutlu.
Demek ki çocuklar bir sıkıntıyı dile getirdiklerinde, biraz daha dikkatle yaklaşmam gerekecek bundan sonra. En son patlama noktasına kadar beklememek gerek galiba. Ama bu da çok doğru bir yaklaşım olur mu, onu da bilemiyorum.
Çocuklar büyüdükçe, sorunlar da büyür sözü ne kadar da doğruymuş. Bizi şimdi daha neler bekleyecek merak ediyorum.
Minik çekirdeğime bakıyorum da, şimdiki dönemi ne kadar kolaymış. Tek derdimiz (çok şükür), yattı mı, kalktı mı, yedi mi, yemedi mi şeklinde. Ki bu dönem birzamanlar bana çok zor gelirdi, (büyük) oğlumun hemen büyümesini isterdim. Ah, ah...

Neyse, geleyim artık bavul hazırlama konusuna. Uzun zamandır yazmak istiyordum da, birtürlü fırsat yaratamamıştım. Şimdi yazmazsam kaynayıp gidecek. Ne demişler aslında, bugünün işini yarına bırakma. Bırakırsan böyle olur işte:)

Önce gidilecek yere göre bavul seçiyoruz, yerleştirmeden önce. Bu fikir de eşimden çıkmıştı, taa ne zaman önce.
Bizde iki tür bavul var. Dışı kalın, sert, kabuk gibi olanlar. Bir de bildiğimiz, yumuşak kumaş, deri karışımı. Ama her iki tür de mutlaka tekerlekli:)
Şimdi, yurtiçi gezisiyse, dışı kabuk gibi olanları tercih ediyoruz. Çünkü gittiğimiz gibi dönüyoruz. Hem bu bavullar daha sağlam, daha rahat gibi geliyor bana.
Ama yurtdışı gezisiyse, dışı yumuşak olanları tercih ediyoruz ki, yapılan alışverişler sonrası, daha da şişen bavulu, üstüne oturacak da olsam, daha rahat kapatabilelim diye. Çünkü bunlarda esneme payı vardır. Ama dışı kabuk gibi olanlar esnemiyor, dolayısıyla belli bir kapasitesi oluyor.

Yurtiçi gezilerinde kozmetik eşyaları taşıma sorununa çözüm bulabilmiş değilim. Bulan varsa bana da söylesin. Çünkü onlarsız olmuyor:)

Ama yurtdışına çıkınca, yanıma sadece en lazım olan makyaj eşyalarımı alırım. Zaten Freeshop'tan alışveriş edildiği için, bir de evdeki parfümü, kremi filan taşımam. Oradan aldıklarımı kullanırım. Çünkü kötü bir huyum var. Freeshop alışverişini seyahat sonrasına bırakamıyorum. Aradığımı bulamam diye bir takıntı yapmışım. Herşeyi giderken alıyoruz ve de orada kullanıyoruz. Böylece hem evdekileri, hem de aldıklarımı taşımamış oluyorum.
Hatta birkeresinde, eşim boşver şampuanı, freeshoptan bakarız demişti. Ama sadece iki markanın şampuanları vardı. Onlar da neredeyse bakım kremi fiyatındaydı. Biz de almadık tabii. Gittiğimiz yerde bir markete girip almıştık:)

Yaz tatiline çıkıyorsak, önceden, gideceğimiz yerde plaj havlusu verip vermediklerine bakıyorum. Bazı yerler hergün temiz plaj havlusu veriyor. Öyleyse, plaj havlusu taşımıyoruz boşuna.

Yurtdışına çıkarken bavulu doldurmamakta fayda var. Çünkü ister istemez alışverişe dalınabiliyor:)

Bir de bavullarda mutlaka kilidin olması çok önemli. Hem kilitli olsun, hem de kıymetli eşyalarınızı bavulda değil de, el çantanızda taşıyın.
Bazı önemli ilaçlarımızı bile bavula koymuyoruz. Eğer kaybolursa diye. Yanımızda taşıyoruz. Çünkü yurtdışında reçetesiz ilaç alışverişi olmuyor.
Bir de arkadaşımın bavulundan değerli takıları çalınmıştı. Bavulu kilitli değildi ve takıları da içindeydi.

Uçağa bavulları yerleştiren çalışanların bazılarında bir alet varmış. Ellerindeki aletle bavulu tarayıp, içinde ziynet olup olmadığını anlayabiliyorlarmış. Günahları boyunlarına, ama başka türlü bir açıklama da bulamadı arkadaşım. Artık ne ve nasıl olduysa, ben bu olaydan dersimi aldım. Bavulları mulaka kilitliyoruz ve içine bizim için, kaybolduğunda çok üzüleceğimiz bir şey koymuyoruz.

Monday, December 25, 2006

Oğlum bale yapmak istemiyor

Nihayet buraya resim yüklemeyi başardım. Önceki postumda görünüyor:)
Ben bazı şeyleri ne kadar da gözümde büyütüyorum. Yok yükleyemem, yok bozarım vs. Halbuki çok kolaymış. Teknolojiyle fazla haşır neşir olmayınca, böyle hissediliyor herhalde. Bir de ben kitap, kağıt, elle yazılan ajanda insanıyım. Notlarımı öyle kağıtlara defterlere alırım. Öyle cep bilgisayarıymış, elektronik aletlermiş, pek bana göre değil. Gerçi çok hoş ve de pratik görünürler. Fakat alışmış olduğum o kağıt kissini vermiyorlar bana.

Alt posttaki anorağım M beden. Ama cuma günü gidip değiştirdim ve S aldım. İlkinde annemle çıkmıştım ya alışverişe, beni o zorladı M al diye. Genç kızlığımdan beri böyledir. Ne zaman birşey denesem, ki tam üstüme oturur, yani bedenimdir, hep söylenir, bu kadar dar alınır mı, biraz kilo alsan giyemezsin vs.
Anorakta da öyle oldu. S tam üstüme göreydi ki, annem yine devreye girdi. Ben de ona uydum. Ama evde tekrar deneyince, oturmadığını anladım.
Bir de "kilo alırsın"ın olmayacağını ne ben anlatabiliyorum anneme, ne de o ısrarla anlamak istemiyor.
30'umu devirmişim, iki çocuk doğurmuşum, hala kilo muhabbeti yapıyor benimle:) Hayır, kilo almaya başlasam bile, rejim yapar, vermeye çalışırım. Tabi ona rejimden bahsetmedim, yüreğine filan iner diye.

Bu sabah oğlumu uyandırdığımda, ağlayarak okula gitmek istemediğini söyledi. Resmen iri iri, top top gözyaşları akıttı. Nedeni, her pazartesi sabahı yaşadığımız sendromun aynısıydı "Anne bugün bale dersi var. Gitmek istemiyorum".
Daha önceleri mızmızlanma şeklindeydi. Bugün ise resmen içini çeke çeke ağladı. Eşim durumu öğrendiğinde, hemen "Girmesin baleye, zaten erkek çocuklarını niye sokuyorlar ki" diye süper destek oldu oğluma.
Ben ise anlatmaya çalıştım, yaptıklarının klasik bale değil de, vücudu tanıma egzersizleri, beden dili kullanımı vs. olduğunu, ama anlatamadım.
Oğlum da gerçekten sevmiyor bu dersi. Çünkü yaptırılan hareketler ona zor geliyormuş. Zaten küçüklüğünden beri sporla çok arası yoktur. Doğru düzgün koşup, top filan oynamamıştır. Dans etmeyi de yeni yeni kıvırdı. Yani öyle bedenini rahat kullanabilen, esnek bir çocuk olmadı hiç. Ben de tam bu yüzden bu dersin onun için faydalı olabileceğini düşünmüştüm.
Zaten şeçme şansımız da yok, çünkü diğer branş derslerinde olduğu gibi, bu derse de bütün öğrenciler katılıyor. Yani istemeyen girmesin gibi bir şey sözkonusu değil.
Ama onu çok üzen bir durum var ve anlatamıyor da tam olarak. Bu yüzden bugün okuluna gidiyorum. Şansıma bale öğretmeninin görüşme saati, oğlumun dersinden hemen öncesine denk geliyor. Onu bu kadar mutsuz eden şeyin ne olduğunu merak ettim. Umarım ciddi birşey değildir.

Wednesday, December 20, 2006

Bu arada neler yaptım

İster istemez arayı çok uzattım yine, farkındayım:(
Halbuki Giysi seçmek ve Bavulu hazırlamak postlarını hemen arka arkaya yazmaya niyetlenmiştim. Niye araya günler girdi anlatayım.

Geçen hafta, perşembe sabahı annemle telefonda konuşuyorduk. Eşim hafta sonuna kadar iş gezisine çıkmıştı. Çok eskiden, henüz çoluk çocuğa karışmadan önce, eşim gider gitmez, ben annemlere kalmaya giderdim. İşten çıkar, onlara geçerdim. Akşamları tembel tembel yayılır, annemin beni şımartmasına izin verirdim. Sabahları da babamla birlikte evden çıkar, işe giderdik.

Çocuklar olmadan önce eşim çok sık seyahat ederdi. Fakat oğlum dünyaya geldikten sonra, azalttı. Şimdi ise neredeyse hiç gitmiyor. Geçen haftaki bir istisnaydı.
Neyse, o işte gitmişken, annem sordu, niye bize gelmiyorsunuz kalmaya diye. Yalnızken çok kolaydı da, böyle çoluk çocuk birden hop diye hazırlanıp gitmek gözümde büyüdü.

Sonra dayanamadım ok dedim. Nasıl olsa büyük oğlum sabah erkenden okula gitmişti. Küçüğü de oyun parkına bırakıp hazırlandım. Zaten hazırlanma konusunda hiç zorluk çekmediğim için, işim hemen bitiverdi ve çıktık yola.

Annem bize yakın oturur. Arabayla 15-20 dk filan, eğer trafik yoksa. Oğlumun okulu da annemlere çok yakın, böylece onun okula gidip gelmesi de kolay oldu. Akşam ben aldım, ki onun için büyük süpriz oldu. Sabah da ben bıraktım yine. Gerçi bu sefer pek sevinmedi. Çünkü biraz geciktiğimiz için, başkan olma sırası o gün ondayken, başka bir arkadaşına geçmiş, ki bu onu hiç mutlu etmedi.

Ama cuma akşamı onu aldığımda, bir süpriz yaptım ve beraber arkadaşım B.'ye gittik. Böylece hem tatil işini konuştuk, hem de oğlum arkadaşlarını görmüş oldu.
Arkadaşım, güzel bir börek yapmıştı. Görünüşü pizza gibiydi. Zaten börek sevmeyen çocuklarımıza pizza diye yutturmaya çalıştık, fakat yutmadılar:))
Olsun, biz oturduk, afiyetle yedik:)

Şimdi biz bayanlar tatil organizasyonu yapmıştık ya.
Hani hem yılbaşı gecesini içerir, hem de bayram tatili olur diyerekten. Bu fikir bizim beylerin, fiyat listesini gördükten sonra pek hoşuna gitmedi. İstanbul'da geçireceğimiz 3-4 günlük tatil parasıyla yurt dışına çıkılır diye itiraz ettiler, haklı olarak.
E bayramda da çocuklar bırakılamadığına göre, oturup düşünmüştük. Sonuç olarak da bayram ertesi olan perşembe gününden pazara kadar olan zamana karar verip, yer ayırttık.
Böylece bizim tatil bayram ertesine kaydı.

Açıkcası ben memnun oldum. Zaten kalabalık bir grubuz, böylece biz bize oluruz. Çünkü bayram nedeniyle zaten her yer çok kalabalık oluyor. Hem maksat beraber tatil yapmak, ki o da olacak inşallah.
Geriye bir tek yılbaşı gecesini düşünmek kaldı. Önce arada o da kaynamıştı ne güzel, fakat işler değişince, tekrar oturup karar vermemiz gerekecek.

Arkadaşımdan çıkıp annemlere gitmemiz epey zaman almıştı. Çünkü cuma trafiğini hiç hesaba katmamıştım.
Artık bilinçlenen minik çekirdeğimi de bütün gün annemle bırakmıştım, şimdi beni görünce tepkisi ne olacak diye merak ederken, o hiç bana bakmadan, abisinin üzerine doğru "abü, abü" diyerek koşmaya başladı.
Zaten bildiği kelimeler henüz 'mama, anne, baba, anana (annanesi), babab (babanesi), dede ve abü (abisi)'.

Cuma gecesi kayınvalidemle konuşmuştuk. O da çocuklarla gelip onlarda kalmamızı istedi. Böylece cumartesi öğlen de onlara gittik.
Kayınvalidemler bize daha yakın oturdukları için de, önce çocukları ona bıraktım, sonra eşyaların çoğunu eve taşıdım. Biz orada da kalmayı düşünürken, eşim süpriz yapıp erken döndü. Böylece sadece akşama kadar oturup, sonra kendi evimize geçtik.

Bu arada, arada intenete girip, sizlere uğradım, maillerime baktım, bir iki yorum yazdım, fakat oturup postumu yazacak zamanı bir türlü yaratamadım.

Pazartesi günü de bir tembellik, bir yorgunluk çöktü üzerime, canım hiç yazmak istemedi.
Dün de annemle alışverişe çıktık.
Yılbaşı hediyesi alma işini son günlere bırakmayı sevmediğim için, aralığın başında başlarım ufaktan almaya.
Dün de 3 kişiye hediye aldıysam, 4 parça da kendime aldım. Aslında hediye alışverişinde kendime birşey bakmam. Ama dün nasıl olduysa, beğendiğim şeyler çıktı karşıma, ben de biraz kendimi şımartayım dedim. Hazır indirim de varken, bir anorak, çok ince bir kaşmir kazak, bir bluz ve de siyah, dışı şeffaf ipek, altı da saten gibi olan şık, kolsuz bir bluz aldım. Alışveriş adresim de Mango ve Zara'ydı.
XS - S beden giydiğim için, kalıplarını çok severim.
Aldıklarımın resimlerini de çektim. Biraz uğraşmam gerekiyor. Olmadı akşam eşime yükletirim.

Şimdi sıra aslında bavula yerleştirme postuna geldi, biliyorum.
Fakat minik çekirdeğin öğle yemeği saati de yaklaştı.
Ben onu biraz daha erteleyim:)
Ve de şu resimleri yüklemeye çalışayım. Postumu resimlerden önce yayınlıyorum. Çünkü bir kere uğraşırken, bütün post uçup gitmişti. Kenarda da kopya olarak saklayacağıma, şimdi yayınlayım bari :))


E biraz geç oldu uğraşmam, ama işte aldıklarım:)


Wednesday, December 13, 2006

1- Giysi seçmek

Bavul hazırlamaya başlamadan önce, dikkate aldığımız birsürü şey var.
Aldığımız diyiyorum, çünkü eşim de aynı derecede titiz.

Hazırlığa başlamadan önce, gideceğimiz yerle ilgili hava durumu araştırması yapıyoruz.
Eğer yurtdışı seyahatiyse, gidilecek ülkenin, şehrin o tarihler arasındaki hava sıcaklığının min. ve max. derecelerini öğreniriz.
Bunu da, son birkaç yıldır açıklanan o ayki derece istatistiklerine bakarak, gideceğimiz tarihler arasında havanın kaç derecelerde olacağını tahmin ederiz. Bu güne kadar da hep doğru tahmin etmişizdir.

Bunu yapmamızın sebebi, götüreceğimiz giysilerin (ayakkabıların uygunluğu da dahil buna) ne fazla kalın, ne de fazla ince olmasını önlemek. Böylece boşuna giyilmemek üzere giysi taşımış olmuyoruz.

Gezeceğimiz, gideceğimiz yere uygun olmasına özen gösteriyoruz.
Tatilköyüyse, kalacağımız her geceye göre bir kıyafet seçerim. Evde provasını yapar, uygun ayakkabıyı seçer ve kenara ayırırım.
Ama şehir gezisiyse, daha rahat ve sportif olmasına özen gösterir, fakat illa ki hergün için ayrı bir giysi olsun demem.

Arkadaşlarla gidiyorsak, geceleri önceden planlar, nerelere gideceğimizi konuşuruz. O geceler için uygun şık, mutlaka siyah bir giysi alırım.
Şık ve siyah bir giysi ile, fazla abiye olmasa da her yerde rahat ediliyor.

Eğer güzel bir mevsimde seyahat ediyorsak, aldığım bütün giyeceklere uygun, şık bir hırka ve ince bir mont da seçerim.
Ama kışın gidiyorsak, uzun paltomu yolda giyer, daha az kalın ve kısa olan bir mont da yanıma alırım. Bazen güneş açtığında palto fazla gelebiliyor. O zaman yanıma aldığım mont beni kurtarıyor.

Ayakkabılarda ise, gündüz rahat etmem için topuğu çok yüksek olmayan modeller, geceleri için ise şık siyah bir model. Böylece herşeyin altına rahatlıkla giyilir.
Eğer kış ise, bavulda en çok yer kaplayacak olan çizmemi giyer öyle giderim. Böylece elimde taşıyacağıma, ayağımda taşırım.

Kış giysileri genelde ütü gerektirmiyor. Fakat yaz giysileri gerektirebilir. Bu yüzden mutlaka minik seyahat ütümü de alırım. Oyuncak gibi durduğu için, fazla yer kaplamıyor.

Şimdiye kadar minik çekirdeğimizi bırakıp, büyük çekirdeğimizle seyahat ettiğimiz için, sadece bir çocuğa yönelik hazırlık yaptık.
Erkek çocuğu olduğu için, giysilerini rahatlıkla ben seçiyorum. Erkek çocukları bu konuda rahatlar. Ama yeğenimden biliyorum, kız çocuklarına giysi hazırlamak o kadar kolay değil.

Yaz tatiliyse, oğlum için en kolay yıkanabilen ve kuruyan giysilerini alıyorum. Zaten ütüm de olduğu için, kirlenen giysisini elimde yıkayıp astığım zamam, birkaç saatte kuruyor. Böylece 'çocuktur, bol bol yedek giysi lazım' stresine girip, gereksiz şeyler taşımıyorum.
Oğlum için bir hırka, kazak filan taşımam, bir mont, mutlaka 2 adet şapka, buna karşılık bol iç çamaşırı yetiyor. Öyle geceler için özene bözene giydireyim, süsleyip püsleyim diye gömlekler, model pantalonlar taşımam. Burada yeterince giyiyor. Hem çocuk da tatilde rahat hareket etmek istiyor, neredeyse yerde gökte geziniyor.

Önem verdiğim bir şey de, mutlaka odada giymek için fazla yer kaplamayan seyahat terliklerinden de yanımıza almam.
Özellikle şiş ayaklarla odada çok rahat ediyorum.

İç çamaşırlarını, çorapları, gecelik-pijamaları da seçtikten sonra, bir bakıyorum ki, tam istediğim gibi az ve öz olmuş.

Bütün bunlardan sonra doğru bavulu seçmek de önemli.
Diğer yazmadığım eşyaları, doğru bavul seçimini, ve de yerleştirmesini yarına bırakıyorum.

Tuesday, December 12, 2006

Tatil heyecanı :)

Pazar günü havanın da güzel olmasıyla günü dışarda geçirelim dedik. Arkadaşlarımızı da arayıp, ne yapalım diye düşündük. Önce Şile'ye gidelim dedik.
Sonra Riva ya da Polonezköy olsun dedik.
Vintage Biscuite'in blogunda Polonezköyde'ki 'Polina Şube' hakkında daha önce bir yazı okumuştum. O kadar güzel anlatıp tavsiye etmişti ki, aklımda kalmış. Arkadaşlar da merak edince, karar Polonezköy doğrultusunda oldu.
Pişman olmadık, çünkü gerçekten de güzel bir yermiş.
Çoluk çocukla da saatlerce rahat ettik. Ayrıca uygun fiyata bol bol yemek de yenilebiliyor.
Tabii ki arkadaşlarla biraraya gelmişken, yılbaşı konusu da açıldı. Bu sene bayramın ilk gününe denk geldiği için, şöyle 3-4 günlüğüne biryere gidelim dedik.
Düşünmemiz halen devam ediyor. Birbirimize mailler gidip geliyor.
Büyük bir grup olacağımız için, şu 1-2 gün içersinde karar vermemiz gerekiyor. Hepimize oda bulunsun diye.
Ayrıca çocuklar da olacağı için, ona göre yerler bakılıyor.
Biz, minik çekirdeğimizi bırakacağız. Sadece büyük oğlumuzu alırsak, daha rahat ederiz diye düşünüyoruz (eminiz aslında:)).
Ama çoğu arkadaşlarımız ikinci çocuklarını (bebeklerini) götürmeyi planlıyorlar.
Allah onlara kolaylık versin diyeyim :)
Tatilimiz kısacık :( da olsa, ben şimdiden başladım harıl harıl düşünmeye, neler götürelecek, ne giyilecek vs.
Zaten hazırda olan yazlık-kışlık bir gezi listem var, böylece hiç vakit kaybetmiyorum.
Sevgili Çiçeklibahçe'de seyahate çıkıyormuş.
Onun bavul hazırlama telaşından ilham alarak, nasıl en doğru şekilde bavul hazırlanır, onu yazmak istiyorum.
Ben bavul hazırlamayı çok severim. Kesinlikle ne fazla, ne de eksik eşya taşırım.
Kendimce püf noktalarım vardır.
Bunları yazmayı düşünüyorum. Ama şimdi değil.
Birazdan ufaklığı hazırlayıp anneme bırakacağım, sonra da alışverişe çıkacağım.
Tatile daha çok var biliyorum. Ama eksikler de beni rahat bırakmıyor. Şimdiden tamamlayıp rahat edeyim bari.
Hem bugün salı, artık biliyorsunuz, temizlik günüm.
Birazdan A. hanım da gelir. Biz en iyisi hazır olalım.
Bavul hazırlama postunu da yarına bırakıyorum :)

Wednesday, December 6, 2006

Nedir hala bu çektiğim

Şu Beta blogger beni sinir etmeye devam ediyor, hırrrr!
Sadece benim gibi beta blogger olanlara yorum bırakabiliyorum. Hala diğer bloggerlere yorum bırakamıyorum.
Eşim de çözemedi olayı. Tek çözüm herhalde yeni blog açmak.

Ama bu sefer blogcu dan açacağım.
İsmim kalır mı değişir mi bilemiyorum artık.

Neyse, bu işi sonra hallederim.
En son cuma günü yazmışım. O zamandan beri neler oldu, onlardan biraz bahsedeyim:)

Cumartesi günü, büyük çekirdeğin veli toplantısı vardı. Bu sene (daha şimdiden) ikincisiydi.

Gittim tabii ki, büyük bir hevesle.
Sınıf öğretmeni önce bütün velilerle kendi sınıfında genel bir görüşme yaptı. Sonra herkes diğer sınıflarda bekleyen branş öğretmenleriyle görüşmek üzere dağıldı.
Sınıfların önünde uzun uzun kuyruklar oluştu.
Güya her bir veli ile 5 dk görüşecekti öğretmenler.
Ama her veli de bir değil ki. Bazısı öğretmeni bulmuşken bir konuşuyor, bir konuşuyor. Kapıdaki kuyruk daha da uzuyor.

Şimdi benim önümde mesela 5 kişi var. En az 25 dk belemem gerekiyor. O da en az.
Oğlumun da maşallah kendisi henüz anasınıfında olmasına rağmen, 7 adet branş öğretmeni var. Etti 7 kapının önünde beklemek.

Zaten saat 10'da başlayan toplantıyı, saat 13'de artık bana eyvallah diyerekten bitirdim.
Onca saate rağmen, beden eğitimi, bale(evet oğlumun bale dersi de var:)) ve resim öğretmenleriyle görüşemedim. Artık daha fazla bekleyemedim kuyruklarda.
Benim için önemli olanler zaten ingilizce, satranç ve bilgisayardı. Bir de gafil avlanarak müzik sırasına da girmiş, yarım saat da orada beklemiştim.
En çok hoşuma giden olay ise, satranç öğretmeninin her gelen velide, masa üstünde duran timeri çalıştırmasıydı. Böylece 5 dk dolunca, nazik bir biçimde lafı kısa kesip, vedalaşıyordu. Bekleyenlere de haksızlık olmuyordu.

Bir ara oğlumun bir sınıf arkadaşının annesiyle lafladık. Kendisi çok şeker bir bayan. Hem frekanslarımız da uyuştu, ısındık birbirimize.
Kendisinin 3 çocuğu var. İkizlerden biri oğlumun sınıfında. Diğeri yan sınıftaymış. Bir de üst sınıfta bir ablaları varmış.

Biz böyle çocuklardan filan konuşurken, bazı velilerin möhim meselelere daldıklarını gördük. Zannedersiniz ki dünyayı kurtaracaklar. Her şeye burunlarını sokuyor, birşeyden de memnun değillerdi. Çocukların içtikleri sudan, yemekte kullanılan yağa kadar herşeyden konuşuyorlardı.

Yanımdaki cici hanımla birbirimize bakakaldık ve güldük. Bu hırs niye diye anlam veremedik. Sonuçta bunlar daha anasınıfındalar:)

Pazar günü ise çok güzel geçti. Arkadaşlarımız geldi bize. Beraber hem yemek yedik, hem de doğumgünümü kutladık:)
Gerçi doğumgünüm dündü. Ama biz biraz önceden kutladık. İyi de yapmışız. Güzel bir pazar geçirdik böylece.

Pazartesiyi es geçiyorum. Önemli birşey olmadı.
Salı günü de, yani dün, bildiğiniz gibi temizlik günümdü. A. hanım gelir gelmez, biz minik çekirdeğimle çıktık yine. Anneme gittik ve günü orada geçirdik.

Geçen hafta annemdeyken, annem o çok sevdiğim pırasalı böreğinden yaptı.
Pırasayı halka halka doğrayıp, önce biraz pişirip yumuşatıyor. Sonra ise tepsiye koyduğu yufkanın içine yayıyor.
Üstünü tekrar yufkayla kapatıp, hazırladığı beşamel sosunu döküyor. Biraz fırında pişdikten sonra da kaşar peyniri ilave ediyor, üstüne. Peynir eriyince de hazır oluyor. Hatta peynir biraz kızarınca daha da güzel oluyor.

Bizim yaptığımız sonuçta börekti. Ama ben pizza yer gibi habire dilim dilim börek götürdüm:)
Sonra çok fena oldum tabii. Hatta akşam hiçbirşey yemedim. Zaten ertesi sabaha kadar da acıkmamıştım:))

Bu sefer, dün gittiğimizde, gerçekten de pizza gettirtik. Ama bu sefer ölçülü yedim, kaptırmadım kendimi.

Bir ara dışarıya çıkmıştım. Birkaç dergi almak için. Baktım her sene çıkan, aralık ayına özel o kalın kalın dergilerden vardı.
Onları ne zaman görsem, aklıma hep yılbaşı hediyesi alma stresi başlıyor ve bu yılbaşı gecesi ne yapacağız gelir.

Ben şimdiden başladım ufaktan ufaktan bunları düşünmeye:)

Yaa, ben şimdi resim de ekleyemiyorum. Kesin var bu beta bloggerde bir bozukluk. Ben başlıyorum blogumu değiştirmeye..

Friday, December 1, 2006

Kızım bu ne acele:)


Ben şimdi blogumu yeni açtım ya, kurcalayıp duruyorum arada.
Salı gününden beri comment göndermek istediğim kişilere ulaşamıyorum. Karşıma sürekli teknik arıza gibi birşey çıkıyor.
Önceleri genel sandım. Yani herkeste böyledir diye. Sonra baktım ki herkes yorum gönderebiliyor.
Bir tek kendi postumdaki yorumlara cevap verebiliyorum, o kadar.
Galiba kendi kendime ayarları mı bozdum ne?
Akşam eşime danışayım bari. Kendisi bilgisayardan ne kadar anlıyorsa, ben bir o kadar anlamıyorum da:))

Bir de ben aceleciyim ya, bekleyemem şimdi akşama kadar.
O yüzden buradan gönderiyorum commentlerimi:)


Sevgili KUĞU, benim de ne yazık ki sebze ve meyve ile aram yok. Tam bir etoburum ben. Hamur işlerine ve abur cubura bayılırım. Mesela önümde duran meyveyi soymaya üşenirim de, gidip mısır patlatmaya üşenmem:)
Çok kötü bir beslenme alışkanlığım vardır ne yazık ki.
Ama miniklerimin beslenmesinde çok özen gösteririm. Her gün 2-3 çeşit meyve yemelerini sağlarım. Fakat kendim de yiyeyim diye aklıma gelmez o sıra.
Bir de insanın yeme alışkanlığını değiştirmesi çok zor galiba:)


RENKLER ellerine sağlık, nefis gözüküyor valla. Tam benlik olmuş hepsi:) Mantılar o kadar minik ki, kaç saat sürdü allah aşkına?
Rejim konusunda moralinin tekrar düzelmesi iyi. Zaten yavaş verilen kilolar hemen geri dönmüyorlarmış, bilirsin.
Sen yeter ki motivasyonunu kaybetme:))


CEYDA'cım, işte böyle bir büyüsü var bu güzelim şehrin. İnsan İstanbul'u bırakınca, fazla dayanamıyor galiba:)
Bir de sen ne güzel kendi işini yaparken yoruluyorsun. Ya ev işi yapmaktan yorulsaydın:))

KURUNANE, bayağı bir evhamlanmışsın. Bak ne güzel turp gibi sağlammışsın, geçmiş olsun:) Ama haksız da değilsin. Bu gibi durumlarda insanı en çok endişelendiren çocukları oluyor.
Benim büyük oğlan da kardeşi dünyaya geldiğinde bir korku sendromu geçirdi. Aslında devam da ediyor hala. Akşamları ben olmadan kesinlikle yatmıyor. Sonra dalmamışsa, arada bana dönüp 'iyi, canavara dönüşmemişsin' diyor. Geçer herhalde bu dönemler:)


Abarttım değil mi burdan comment göndermekle?
Ama ne yapayım. Bende de kafa kalmadı ki sabahtan beri. Adamın biri (ya da kadının) bırakmış arabasını bizim caddeye, çekip gitmiş, nereye gittiyse.
Bütün sokok arabanın alarmından inliyor. Herhalde buralarda yok ki, duymuyor.
Bu alarmlar belli bir süre sonra susmazlarmıydı? Burdaki durmak bilmiyor.

Bu sabah büyük çekirdeğim okula giderken, heyecanla dün akşam kesip boyadığı mor kalbi de yanına aldı.
Öğretmenine mi vereceksin diye sordum. Hayır dedi. Söylemiyecekmiş bana.
Ben de başladım sınıfındaki kız arkadaşlarının isimlerini saymaya.
Hani bir isimde kıkırdayıp da kendini ele verir diye.
Ama sonra açıldı kendisi bana. Servisinden birine verecekmiş.
Şimdi bizimkisi servisteki en küçük eleman olduğundan (kendisi henüz anasınıfında), sordum kim diye. Tabii ki söylemedi. Sadece 13 yaşında olduğunu belirtti:)
Bakarmısınız, bizimkisi 5, mor bir kalp vereceği kız da 13 :))
Gündemde var zaten genç delikanlıların kendinden büyük bayanlarla beraber olmaları tartışması. Ama bu delikanlılık sınırının 5'e ineceğini tahmin etmezdim:P

Bakalım eve döndüğünde neler anlatacak. Gerçi normalde de birşey anlattığı olmuyor ki, bu ömemli meselesini anlatsın:)
Erkek çocuklarına has bir özellik galiba, olup biteni anlatmamak:))